H@y@l DuNy@mız Hayal dunyamız |
|
| Çocuk Hastalıkları | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
~~İlksel~~ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 640 Yaş : 28 Nerden : Dünyadan XD Takımım : : Uyarılar : Reputation : 0 Points : 0 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:29 pm | |
| ÇİNKO EKSİKLİĞİ
TANIM: Çinko, doğada bulunan ve insan vücudunun da ihtiyaç duyduğu önemli bir mineraldir. 200 civarında enzim ve bir çok hormonun üretiminde (testosteron gibi) rol alır.
Çinko, doğada bulunan ve insan vücudunun da ihtiyaç duyduğu önemli bir mineraldir. 200 civarında enzim ve bir çok hormonun üretiminde (testosteron gibi) rol alır. Başlıca işlevleri arasında: RNA, DNA, protein sentezi, insülinin aktivasyonu, Vitamin-A nın hücrelere taşınması ve kullanımı, yaraların iyileşmesi, hücrelerin bölünerek çoğalabilmesi, tad alma (özellikle tuzlu tadın farkına varabilme), sperm yapımı, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, davranış ve öğrenme performansının artışı, anne karnındaki ve ya doğmuş bebek ve çocukların büyüme ve gelişimi, kanda yağların taşınması gibi bir çok olayla ilişkilendirilmektedir.
Çinko ne vücutta işe yarar? -Bağışıklık sistemini güçlendirir, enfeksiyonlardan korur -Üreme sağlığını olumlu etkiler, erkeklerde sperm üretimini artırır -Yaraların iyileşmesinde yardımcı olur -Gözleri güçlendirir -Tat ve koku duyularını güçlendirir -Cildi güzelleştirir, sivilcelere karşı etkilidir -Vücuttaki mikropları öldürür -Hücre yenilenmesinde yararlıdır -Tırnakları ve saçları güçlendirir -Uçukları hafifletir -Adet ağrılarını hafifletir -Stresi azaltır -Çocuklarda çinko eksikliği büyüme ve gelişme bozukluğuna yol açar
Çinko eksikliği, Türkiye ve Dünya da en sık gözlenen mineral eksikliklerinden biridir. Fakat yeterince önemsenmemektedir.
Ülkemizde tarım yapılan topraklardaki çinko miktarı yüksek değildir (toprakların %49.83 ünde alt sınır olarak belirlenen 0.5 ppm den düşük, %32.76 sında 0.5-1.0 ppm arasındadır). Çinko kapların ve çinko su borularının da artık kullanımdan kalkmış olması çinko eksikliğine katkıda bulunmaktadır.
Çinko Eksikliğinin Belirtileri
AĞIR ÇİNKO EKSİKLİĞİ * Çeşitli deri hastalıkları * İshal * saç dökülmesi * Zihinsel bozukluklar * Hücresel bağışıklık yetersizliği
ORTA DERECEDE ÇİNKO EKSİKLİĞİ *Büyüme geriliği *Cinsel organ gelişiminde gerilik *İştah bozukluğu *Karanlığa uyum bozukluğu *Yara iyileşmesinde gecikme *Tad alma duyusunda zayıflama
DÜŞÜK DERECEDE ÇİNKO EKSİKLİĞİ *Asabiyet ve duyusal değişiklikler * Sperm düşüklüğü * Testosteron hormonunda azalma * Thymulin aktivitesinde azalma *Okul öncesi çocuklarda gelişme geriliği * Sık sık enfeksiyonlara yakalanma
Çinko ile üreme sağlığı arasındaki ilişki, dünya çapında başka araştırmalarda da saptandı. Örneğin Liverpool Erkek Kısırlığı Kliniği'nde kısırlık sorunu olan 33 erkek üzerinde yapılan araştırmada, belli bir süre ağızdan çinko tedavisi görenlerde sperm sayısının belirgin bir şekilde arttığı görüldü. Hindistan'daki Haryana Tıp Fakültesi'nde 50 kısır ve 25 sağlıklı erkek üzerinde bir araştırma yapıldı; kısır erkeklerde çinko seviyesinin sağlıklı erkeklere göre çok daha düşük olduğu belirlendi. Hollanda'daki Nijmegen Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Regine Steegers-Theunissen ve ekibinin çalışması da gerçekten ilginç sonuçlar içeriyor. Bu araştırmada, kısırlık sorunu olan 103 erkeğin bir kısmına 26 hafta boyunca folik asit, bir kısmına çinko, bir kısmına ise hem çinko, hem de folik asit takviyesi verildi. En fazla sperm üretimi ise hem çinko, hem de folik asit takviyesi alan erkeklerde görüldü. Araştırmaya katılan erkeklerin sperm üretimi 26 hafta içinde yüzde 74 oranında arttı. Uzmanlar, çinkonun sadece sperm üretiminde değil, daha fazla testosteron salgılanmasında da büyük rol oynadığını ileri sürüyor. Örneğin, ABD'nin Michigan eyaletindeki Wayne Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bölümü’nde bu konuda bir araştırma yapıldı: Yaş ortalaması 64 olan bir gruba 3-6 ay boyunca verilen çinko takviyesi sayesinde, gruptaki erkeklerde testosteron seviyesinin arttığı görüldü. Bütün bu araştırmalar gösteriyor ki, çinko, cinsel sağlık açısından en gerekli elementlerden biri. Özellikle diyabet hastalarının ve vejetaryenlerin dikkatli olması gerekiyor, çünkü çinko eksikliği en çok onlarda görülüyor. Uzmanlar, bu kişilerin mutlaka çinko açısından zengin gıdalar tüketmelerini ve gerektiğinde çinkoyu hap olarak almalarını öneriyor. Alman Beslenme Cemiyeti, genel olarak yetişkinler için günde 15 mg çinko öneriyor. Çinko kürü yapmak isteyenlere ise üç ay boyunca günde 20-30 mg tavsiye ediyor. Ancak elbette bu, herkes için geçerli bir 'altın kural' değil. Bu miktarlar herkesin bünyesine uygun olmayabilir, çinko haplarını avuç avuç ağzınıza atmadan önce mutlaka doktorunuza danışmanız gerekir. | |
| | | ~~İlksel~~ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 640 Yaş : 28 Nerden : Dünyadan XD Takımım : : Uyarılar : Reputation : 0 Points : 0 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:29 pm | |
| ÇÖLYAK HASTALIĞI: GLUTEN ENTEROPATİSİ
TANIM: Çölyak Hastalığı (Celiac Disease) ; Hastalık bağırsaklardaki sindirimi sağlayan villus denilen yapıların bozulmasına sebep olmakta ve dolayısıyla da yiyeceklerdeki besinin emilmesini engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir sindirim hastalığıdır.
Çölyak hastası olan kişiler buğdayda arpada çavdarda ve yulafta* bulunan ve gluten olarak adlandırılan bir proteinine tahammül edememektedir.
Çölyaklı hastalar gluten içeren yiyecekler yediklerinde, onların bağışıklık sistemleri bunu ince bağırsaklara zarar vererek yanıtlar.Özellikle çok küçük ve parmak şekline benzeyen villus olarak adlandırılan ince bağırsaktaki emilimi sağlayan yapılar kaybolur(düzleşir ve görevini yapamaz hale gelir.)
Yiyeceklerdeki besinler bu villuslardan geçerek kan dolaşımı içine emilirler.Villuslar olmadan kişi ;her ne kadar yiyecek yerse yesin; beslenemez.
Vücudun kendi bağışıklık sistemine zarar vermesinden dolayı çölyak hastalığının otomatik bağışıklık sistemi rahatsızlığı olarak düşünülmektedir.Bununla birlikte ,yiyeceklerin emilememesinden dolayı sindirim rahatsızlığı olarak ta sınıflandırılabilmektedir.
Çölyak hastalığı ayrıca gluten entropatisi , celiac disease ,celiac sprue , nontropical sprue ve gluten sensitive entropathy olarak da bilinmektedir.
Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır,bunun anlamı kişinin ailesinde de bu hastalığın çıkması söz konusudur.Bazen hastalık bir ameliyat ,çocuk doğumu , hamilelik , viral enfeksiyon yada şiddetli duygusal stresten sonra , tetiklenebilir ;yada ilk seferde aktif olabilir.
Çölyak hastalığı kişinin yaşamının her hangi bölümünde ortaya çıkabilmektedir . Çölyak kimi kişilerde çocukluk, kimilerinde ergenlik, kimilerinde ise orta yaş grubunda ortaya çıkabilmektedir.
BELİRTİLER: Çölyak hastalığı insanları çok değişik şekillerde etkilemektedir.Bazı insanların belirtileri çocuklukta , bazılarının yetişkinliklerinde gelişmektedir görülmektedir.
Çölyak hastalığının oluşumunda rol oynadığı düşünülen faktörlerden biriside kişinin anne sütüyle ne kadar zaman beslendiğidir.Uzun süre anne sütüyle beslenen kişilerde çölyak hastalığını belirtileri daha geç ortaya çıkmaktadır.Diğer bir faktör ise gluten içeren yiyeceklerin yenilmeye hangi yaşta başlandığı ve ne kadar gluten yenildiğidir.
Belirtiler sindirim sisteminde var olabilir yada olmayabilir. Örneğin bir kişide ishal ve karın ağrısı olabilirken diğer bir kişide aşırı sinirlilik, öfke ,veya depresyon olabilmektedir.Aslında aşırı öfke ve sinirlilik çocuklarda görülen en yaygın belirtilerden biridir.
Çölyak hastalığının belirtileri aşağıdaki maddelerden birini yada bir kaçını içerebilir;
Çok sık tekrarlanan karın ağrıları Kronik ishal Kilo kaybı Açık renkli, kötü kokulu dışkı Anemi (kırmızı kan hücrelerinin düşüklüğü) Gaz Kemik Ağrısı Davranış değişiklikleri Kaslarda kramp meydana gelmesi Yorgunluk Büyüme geriliği Bebeklikte gelişim,büyüme bozuklukları Eklemlerde ağrılar Felç Bacaklarda uyuşma,karıncalanma(sinirdeki hasardan) Ağız içerisindeki açık yaralar (aphthus ulcers) Ağrılı deri hastalığı (dermatitis herpetiformis) Diş bozuklukları yada mine kaybı Haddinden fazla kilo kaybından dolayı oluşan adet düzensizliği Anemi, büyüme geriliği ve kilo kaybı beslenememenin işaretleridir. Yeterince besin alınamamaktadır. Besin alınamama herkes için çok ciddi bir problemdir ama özellikle çocuklar için böyledir. Çünkü onların düzenli gelişmesi için yeterli besine ihtiyaçları vardır. Çölyaklı bazı kimselerde söz konusu belirtiler olmayabilir. Onların ince bağırsaklarının hasarsız kısmı yeterince besin alabildiğinden belirtilerin çıkmasını önlemektedir. Bununla birlikte belirtisi olmayan insanlarda çölyak hastalığının komplikasyonlarının riski hala mevcuttur.
TEŞHİS: Çölyak hastalığını teşhis etmek çok zor olabilmektedir. Çünkü hastalığın belirtilerinden bazıları diğer hastalıkların belirtileri ile aynıdır.(Bu hastalıklar ; Bağırsak hastalıkları, Crohn’s hastalığı , ülseratif kolit, bağırsak enfeksiyonları, kronik yorgunluk sendromları ve depresyon).
Son zamanlarda araştırmacılar çölyak hastalarının kanlarında kimi antikorların normal seviyesinden daha yüksek olduğunu keşfettiler. Vücut algıladığı yabancı maddeleri yok etmek için karşılık olarak bağışıklık sisteminden antikorları üretir. Çölyak hastalığının teşhisinde doktorlar glutene karşı oluşan antikorların seviyesi ölçmek için kan testi yapabilmektedirler. Bu antikorlar antigliadin, anti-endomysium ve antireticulin’ dir.
Eğer test sonuçları ve belirtiler çölyak hastalığını işaret ediyorsa, doktor villuslardaki hasarı kontrol etmek için ince bağırsaktan çok küçük bir doku parçası alabilir.bu yapılan işlemin adı biyopsi’dir.Biyopsi işlemi ; endoskop olarak adlandırılan ince bir tüp ağız ve mideye doğru ince bağırsağa içine sokulur ve aletin yardımıyla küçük bir doku örneği endoskopa alınır. İnce bağırsak biyopsisi çölyak hastalığını teşhis etmenin en iyi yoludur.
Çölyak hastalığının araştırılması ve hasta olabilecek kişilerin bulunabilmesi için belirti göstermeyen kişilerinde glutene karşı olan antikorların araştırılması gerekmektedir.Bununla birlikte çölyak hastalığı kalıtsal olduğundan aile üyeleri -özellikle birinci derece akrabalar- hastalık için test yaptırmalıdırlar. Çölyak hastasının birinci derece akrabalarının-ana, baba, kardeş, yada çocuklar gibi - yaklaşık %10 ‘unda ileride bu hastalık çıkması söz konusudur.
Kişinin kendisini herkesden daha iyi bildiği bir gerçektir.bu yargıya göre kesin tanı koyma aşamasına gelinmeden önce eğer kişi çölyak belirtilerin birkaçını kendinde görüyorsa bir hafta süreyle kısmen de olsa glutenli gıdalardan uzak durması kendisinin çölyaklı olup olmadığı konusunda bir fikir verebilir.Kesin tanı konma aşamasından önce doktorlar bu ; kolay ,kısa ve etkili yolu öncelikle tercih edebilmektedirler.Ama elbette kesin tanının bilinmesi, konulması şarttır.Bu da bağırsak biyopsisi ile ortaya çıkacaktır.
TEDAVİ: Çölyak hastalığı için tek tedavi glutensiz diyet uygulamaktır. Glutensiz diyet gluten içeren tüm gıdalardan sakınmak ve onları tüketmemektir. Bir çok insan için aşağıda verilen diyet hastalık belirtilerini durduracaktır, bağırsakların zarar gören kısımlarında iyileşme gerçekleşecektir ve bağırsakların daha fazla zarar görmesi önlenecektir. Diyetin başladığı günler içerisinde iyileşmelerde başlar ve ince bağırsak genellikle tam olarak iyileşir. Bunun anlamı villusların hiç zarar görmemiş gibi olması ve (üç ile altı ay içinde) çalışmasıdır. (Bu süre yetişkinler için iki yıla kadar çıkabilmektedir.)
Glutensiz diyetin yaşam boyu sürmesi gerekmektedir. Ne kadar az olursa olsun gluten ve dolayısıyla glutenli gıdalar tüketmek bağırsaklara zarar verir.Bu çölyak hastası olan herkes için böyledir. (Çölyak hastası olan kişilerde dikkate değer bir belirti olmasa bile.) Hastalığın ilerlemesi yada glutensiz diyetin uygulanmaması çölyaklar için oldukça vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Bu sonuçların herhalde en vahimi bağırsak kanserine yol açabilmesidir
Kişinin tanı anındaki yaşına bağlı olarak bazı problemler örneğin büyüme geriliği ve diş bozuklukları iyileşmeyebilir.
Çölyak hastalarının küçük bir yüzdesi glutensiz diyetle iyileşmeyebilir. Bu kişiler bağırsaklarına aşırı derecede zarar vermişlerdir. Öyle ki diyetlerinden gluteni yok etseler bile iyileşme olmaz.Onlar bağırsaklarından yeterli derecede besin ememediğinden toplam damar içine ilave besin almaya ihtiyaçları vardır. Kökleşmiş çölyak hastalığı için ilaç tedavisi tercih edilmektedir.
Eğer bir kişi glutensiz diyete yanıt veriyorsa doktor çölyak hastalığının tanısının kesin olduğunu bilecektir
GLUTENSİZ DİYET: Glutensiz diyet ; buğday, arpa, çavdar, (belki) yulaf içeren tüm gıdalardan uzak durmak ve onları tüketmemektir.(ayrıca pasta, börek, çörek, baklava, bisküvi, ve benzeri birçok işlenmiş gıda)
Tüm bu sınırlamalara rağmen çölyaklı hastalar iyi ayarlanmış bir diyet ile çok çeşitli gıdalar yiyebilmektedir.(hatta pasta ve ekmek gibi) Örneğin; buğday unu yerine kişi patates, pirinç, soya, fasulye, unu, gluteni ayrılmış bugday unu kullanabilir ve bunların yapılan her türlü değişik yiyecekleri yiyebilirler.
Çölyak hastalarının yulaftan sakınmaları, uzak durmaları konusunda ihtilaf mevcuttur.Bazı kişiler bir reaksiyon olmaksızın yulaf yiyebilmektedirler.Bilim adamları çölyak hastalarının yulafa karşı toleranslarını öğrenmek için çalışmaktadırlar. Çalışmalar tamamlanana kadar çölyak hastaları yulaf yeme konusunda doktorlarının yada diyetisyenlerinin tavsiyelerini dinlemelidirler.
Sade et , balık , pirinç , meyveler ve sebzeler gluten içermezler ,bu yüzden çölyak hastaları bu gıdalardan istedikleri miktarlarda yiyebilirler.
Glutensiz diyet çok komplike ve karmaşık bir diyettir.Çölyaklı hastası kişilerin tüm hayatı etkileyecek tamamıyla yepyeni beslenme alışkanlığına ihtiyaçları vardır.Çölyaklı hastalar okullarda , işte , toplantılarda , vb. yerlerde öğle yemeği yemeyi alırken ne aldıklarına son derece dikkat etmek zorundadırlar. Eğer dışarıda yemek yenilecekse çölyaklı hastaların yiyecekleri yemeklerdeki gluten miktarını öğrenmesi ve buna göre davranması gerekmektedir.Gerekirse garson, aşçı, yada yemeği yapan her kimse yemekte gluten olup olmadığı sorulmalıdır.Ev sahibinin yada garson ,aşçının glutenin ne olduğunu bilmemesi halinde bu kişilere yemekte buğday, arpa, çavdar, yulaf unu olup olmadığı da sorulabilir.
Bununla birlikte gluteni araştırmak,hangi gıdalarda olduğunu öğrenmek çölyak hastaları için doğal bir olay haline gelmelidir.Çölyaklı hastalar hangi besin maddelerinin emin olduğunu, hangilerinin limitlerin dışına çıktığını öğrenmeleri gerekmektedir | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:33 pm | |
| Çocuklarda üriner enfeksiyon
İdrar yolu enfeksiyonu (İYE), çocukların en önemli enfeksiyon hastalıklarından birisidir. İleri dönemlerde hipertansiyon gelişimi, gebelik komplikasyonları ve üremiye kadar gidebilen böbrek hastalığı, çocukluk çağında geçirilen İYE nin geç sonuçları olarak ortaya çıkabilmektedir. Riskli grup olarak tanımlanan hastaların çoğunluğu, idrar yollarında tıkanma yapan durumlar ve vezikoüreteral reflü gibi idrar yolları anomalisi olan çocuklardır. Hedef özellikle küçük çocuklarda ilk İYE nin ve onunla birlikte risk faktörlerinin varlığının ortaya çıkarılması olmalıdır. İdrar yolu enfeksiyonlarının görülme sıklığı yaş ve cinse göre farklılıklar gösterir. Bebeklik döneminde erkek bebeklerde, kızlardan daha sık görülür. Çocukluk çağında ise erişkinlerde olduğu gibi kız çocuklarında daha sıktır. Ateşli küçük çocuklarda en sık görülen ciddi bakteriyel enfeksiyonlardan biri idrar yolu enfeksiyonlarıdır. İdrar yolu enfeksiyonları nedeniyle yapılan araştırmalarda tespit edilen idrar yollarında tıkanma yapan durumlar kızlarda %2, erkeklerde %10 bulunmuştur. Vezikoüreteral reflü (VUR)nun her iki cinste %30-40 oranında görüldüğü, bunların da 1/4 ünde üst üriner sistem genişlemesi olduğu bildirilmektedir. Basit idrar yolu enfeksiyonlarının en sık nedeni e.koli basilidir.. E.koli bakteriürinin en sık (%80) görülen nedenidir. Barsak florası idrar yolu enfeksiyonlarının en sık etkeni olan E.coli için potansiyel bir rezervuardır. İdrar yolu enfeksiyonunda klinik bulgular: Yenidoğanda kilo alımında yavaşlama, vücut ısısında düzensizlik, beslenme güçlüğü, huzursuzluk, kusma, karında distansiyon ve uzamış sarılık gibi bulgular İdrar yolu enfeksiyonlarına bağlı olarak ortaya çıkabilir. 1 yaş cıvarı çocuklarda klinik bulgular; ateş, huysuzluk, hasta görünüm, beslenmeyi reddetme, ishal, kusma ve kilo alamama olabilir. Okul öncesi ve okul çağı çocuklarda ateş, kusma, karın ağrısı, kostovertabral açı hassasiyeti gibi yakınmalar vardır. Tuvalet eğitimi almış çocuklarda ağrılı ve sık idrar yapma, tuvalete yetişemeden idrar kaçırma gibi bulgular görülür. Çocukta ailenin dikkatini çekecek kadar idrar yolu enfeksiyonuna ait bulgu yoksa idrar yolu enfeksiyonlarının bir kısmı tanı almayabilir. Bu çocukların bir kısmında sık idrar yapma , tuvalete yetişememe, idrar yaparken yanma, gece idrar kaçırma olabilir. Bu nedenlerle asemptomatik bakteriüri tanısında dikkatli olunmalı, çocuklar üriner sistem anomalileri yönünden tetkik edilmelidir. Kısa süreli antibiyotik tedavisi ile bakteriüri kaybolur ancak özellikle kızlarda tekrarlama sıktır. Üroepitelyuma invaze olan bakterinin anatomik olarak normal bir üriner sistemde enfeksiyon yapabilmesi için üropatojenik virulansının olması gereklidir. Üriner sisteminde nörojenik ve anatomik anomali olan çocuklarda ise İYE’nin patogenezinde bakteriyel virulans faktörlerine ihtiyaç olmayabilir. Üroepitele bakteri yapışmasını engelleyen konak faktörleri vardır. Herhangi bir nedenle çocuğun savunma mekanizmalarında oluşan bozukluk tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarına sebep olur. Vezikoureteral reflü, üriner sistem obstrüksiyonları, duplikasyonlar, üreterosel gibi anatomik bozukluklar, nörojenik mesane, mesane disfonksiyonu gibi fonksiyonel bozukluklar ve üriner immunglobulinlerde eksiklik, immun cevap yetersizliği, enfeksiyonlara yatkınlığa neden olurlar. Yabancı cisimler, mesaneye, ureterlere yerleştirilen kateterler, kaka kaçırma, kılkurdu, kabızlık, banyo köpükleri ve sünnetsiz erkek çocuklarda fimozis periuretral kolonizasyona ve mesanenin bakteri ile temasına neden olur. Okul çocuklarında alışkanlık haline gelen seyrek işeme de idrar yolu enfeksiyonlarının nedenleri arasındadır. Akut pyelonefrit, idrar yolu enfeksiyonlarının en ağır şeklidir. Önemi ilerde böbreklerde kalıcı hasara neden olabilir. İdrar yolu enfeksiyonu geçiren çocukların %12 sinde, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları olan çocukların 1/4 ünde, vezikoüretral reflülü çocukların 1/3 ünde kalıcı böbrek hasarı gelişebilir. İdrar yolu enfeksiyonu tanısı için idrar tahlili ve idrar kültürü yapılmalıdır. Kesin tanı idrar kültüründe anlamlı miktarda bakterinin üremesi ile konur. Orta akım işeme ile alınan idrar örneğinde 100 000 koloni / ml tek tip bakteri üremesi idrar yolu enfeksiyonudur. İdrar örneği alınırken çok dikkatli olunmalıdır. Bulaşma riski yüksektir. Şüpheli durum söz konusu ise suprapubik aspirasyon veya kateterizasyon yapılabilir. İdrar yolu enfeksiyonu idrar kültürü ile kanıtlandığında, üst idrar yollarının tutulup tutulmadığına karar verilmelidir. Yüksek ateş, böğürde hassasiyet, karın ağrısı, kusma, titreme, 12000 den fazla lökosit sayısı, sedim ve CRP yüksekliği pyelonefritin klinik ve laboratuvar bulgularıdır Direkt üriner sistem grafisi (DUSG) varsa taş ve böbrek boyutları hakkında fikir verir. Ultrasonografi (USG), İYE geçiren çocukların değerlendirilmesinde ilk tercih edilmesi gereken görüntüleme yöntemidir. Böbreklerin boyutları, şekilleri görülebilir. İntravenöz pyelografi ( IVP ), böbrek pelvisi, parenkimi, üreterleri gösterir. Böbrek boyutları ve hasarın varlığı hakkında bilgi verir. Voiding sistoüretrografi ( VSUG ), VUR’un değerlendirilmesinde bugün için halen en değerli yöntemdir. Bu yöntem, mesanenin kateterizasyonunu ve kontrast madde ile doldurumunu gerektirir. Mesane şeklinin ve erkeklerde posterior üretral anatominin değerlendirilmesinde, VUR un tanımlanmasında kullanılır. Renal parenkimin görüntülenmesinde 99mTc-DMSA ve MAG-3 sintigrafileri yapılabilir. Akut pyelonefritde, böbrek sintigrafisinde verilen maddenin böbrek tarafından yakalanmasında yaygın veya kısmi azalma görülür. Kalıcı böbrek hasarında ise, hacim kaybı ile birlikte verilen maddenin böbrek tarafından yakalanmasında azalması izlenir. İdrar yolu enfeksiyonu olan çocuklara gecikmeden antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Basit idrar yolu enfeksiyonu olanlara trimetoprim-sulfametoksazol, nitrofurantoin ve sefalosporinler (sefadroksil, sefaleksin, sefaklor, sefiksim ) verilebilir. Akut pyelonefrit tespit edilen çocuklar, parenteral antibiyotikle tedavi edilmeli bunun yanısıra intravenöz sıvı ve ateş düşürücüler verilmelidir . Başlangıç tedavide aminoglikozidler ile ampisilinin birlikte kullanımı veya amoksisilin-klavulunat, sefotaksim ve seftriakson kombinasyonları kullanılabilir. Şiddetli enfeksiyonlarda tedavi 7-14 gün sürmelidir, fakat bazen tedavi sonrası görülen relapslar nedeniyle bu süre 4-6 haftaya kadar uzayabilir. Küçük çocuklar enfeksiyon sonrasında, üriner semptomların tespit edilme güçlüğü nedeni ile düzenli takip edilmelidir. Reflü olasılığı ve renal hasarlanma riski yüksek olan 2 yaş altındaki çocuklar radyolojik incelemeleri tamamlanıncaya kadar antibiyotik profilaksisine alınmalıdır. Çok küçük yaş grubunda reflü varlığında ve tekrarlayan enfeksiyonların sonunda böbrek hasarı ortaya çıktığından bu yaş grubunda tüm araştırmalar normal de olsa 6 ay koruyucu antibiyotik verilmesini gerekebilir.
Op.Dr. Erdal KALCI Üroloji Uzmanı | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:34 pm | |
| Çocuklarda gece altını ıslatma
ENÜREZİS NOKTÜRNA
Çocukluk çağında sık rastlanan, ancak genellikle ihmal edilip ciddi problemler doğurduğunda farkedilen bir durum da işeme bozukluklarıdır. Gece veya gündüz idrar kaçırmaktan, zor ve sıkıntılı işemeye; uzun süre idrarını tutmaktan sık sık tuvalete gitmeye kadar değişik tablolarla karşımıza çıkan bu bozukluklar, mutlaka titiz ve ayrıntılı bir ürolojik araştırma gerektirir. Sebebe yönelik tetkikler sonucunda genellikle tedavi edilebilir; ancak bir kısım vakalarda tedavi zor ve zaman alıcıdır.
İşeme bozuklukları önemsenmeyip ihmal edilirse, bazen, ciddi böbrek iltihapları, organ kayıpları, hatta böbrek yetmezliği gibi tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Gece altını ıslatma tıbbi adıyla Enürezis Nokturna tedavi edilebilir bir hastalıktır. Çocuklarda sık görülür. 5 yaşından sonra ayda bir-iki kez gece alt ıslatması olan çocuklarda bu hastalığın varlığından söz edilebilir. Hastalığın uyku derinliği ve mesane (idrar torbası) kapasitesi ile ilgili olduğu görüşü hakimdir. Ayrıca psikolojik etmenler de hastalığın oluşmasında rol oynamaktadır. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla daha sık görülür. Her sabah yatağından ıslak olarak kalkan bir çocuğun duyduğu sıkıntıyı anlamak çok zor değildir. Bu durum aileler tarafından hastalık olarak kabul edilmediği için çocuk devamlı suçlanmakta ve zaman zaman cezaya çarptırılmaktadır. oysa bu durumdan en fazla çocuk rahatsızdır ve kurtulmak istemektedir. Özellikle yabancı bir evde yatması gerektiği ya da kamp, tatil gibi nedenlerle evden uzak kaldığı durumlarda çocuk çok yoğun utanma duygusu yaşar. Bu nedenle bir çok faaliyete katılmak istemeyebilir. Toplumumuzda gece altını ıslatmanın zamanla geçen normal bir durum olduğuna dair yanlış bir kanaat vardır. Hatta sünnet olunca, ergenlikte ya da askere gidince geçeceğine inanılır. Oysa yaş ilerledikçe bazı vakalarda kendiliğinden düzelmeler görülebilir. Ancak ne zaman olacağını kimsenin bilmediği bu düzelmeyi beklemek çocuğun ruhsal yapısında derin yaralar bırakacağından hatalı bir tutum olur. Gece altını ıslatan çocuğu olan aileler eğer çocukları 5 yaşından büyük ise tedavi yollarını aramalıdırlar. Bu hastalığın tedavisinde oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Tedavide kademeli olarak bazı programlar uygulanmakta ve ilaçlardan da yararlanılmaktadır. Halk arasında tedavide kullanılan bazı ilaçların kısırlığa neden olabileceği gibi yanlış bir kanaat vardır. Gece alt ıslatma sorunu olan çocuklarda kullanılan ilaçların kısırlık yapması söz konusu değildir. Bu uydurma ve bilimsel dayanağı olmayan bir söylentiden ibarettir.
Op.Dr. Erdal KALCI Üroloji Uzmanı | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:34 pm | |
| Çocuklarda diş sağlığı
Hazırlayan: Dt. Şeyda Akın
Dişlerin Temizliği Diş çürüğü anne ve babadan çocuğa BULAŞABİLEN bir hastalıktır. Çocuğunuzu çok fazla öpülmekten koruyunuz. Bebeklerdeki ağız ve diş sağlığı, ağızda ilk dişler çıkmaya başladığı anda başlar, yaşam boyu sürer. İlk dişler yaklaşık 6. Ayda çıkmaya başlar, 2.5-5 yaşında tamamlanırve bu dişler 28 tanedir.
1-2.5 yaş arasındaki çocukların ağız ve diş sağlığından anne ve baba sorumludur. İlk dişler çıktığı dönemde anne ıslatılmış temiz bir gazlı bez ya da tülbenti işaret parmağına sararak günde bir kez bebeğinin dişlerini temizlemelidir. Her beslenmeden sonra ağız temizliğini sağlamak için bir miktar su mutlaka verilmelidir.
Çocuğun ağzındaki diş sayısı artınca diş fırçası ile temizlemeye geçilir. Bu dönemde (1-2.5 yaş) çocuk oyun şeklinde günde 2 kez dişlerini fırçalamalı, anne de günde 1 kez çocuğun dişlerini fırçalamalıdır. Diş macunu kullanımı bu dönemde gerekli değildir. Çocuğun macun yutmadığı bir dönemde süt dişleri için hazırlanmış özel florlu diş macunu kullanılmalıdır.
Biberon Çürüğü Aşırı derecede biberon ve yalancı emzik kullanımı diş çürükleri ve çene bozukluklarına yol açar. Bu çürükler BİBERON ÇÜRÜĞÜ olarak adlandırılır. Tipik olan bu çürükler tüm ön dişler ve azı dişlerinde görülür.
Uzun süreli ve gece boyunca biberonla tatlandırılmış süt verilmesi,
Şekere, bala ya da pekmeze batırılmış yalancı emzik kullanımı,
Tülbente sarılmış lokum emdirilmesi,
Biberonla besledikten sonra ağız temizliğinin yapılmaması ile oluşur.
Çocuk 1.5-2 yaş civarında biberondan uzaklaştırılmalıdır. Çürüklere bağlı erken yaşta yapılan süt dişi çekimi sonucu daimi dişlerde çapraşıklıklar oluşur. Çocuğun aldığı besinler diş sağlığı üzerinde önemli rol oynar. Ekmek, bisküvi, hamur işi gibi dişler üzerine yapışan yumuşak besinler ve kolalı içeceklerden kaçınılmalıdır. Elma, havuç, kereviz, peynir, yer fıstığı gibi yiyecekler çürük önleyici besinlerdir.
Ağız ve Diş Sağlığınız İçin Dişlerinizi günde 2 kez FLLORLU DİŞ MACUNU ile fırçalayın ve çocuğunuza da fırçalatın. Diş hekiminizi 6 AYDA 1 KEZ ziyaret edin. Günde 5 KEZ’den fazla öğün almayın. Beslenme alışkanlıklarınızı düzenleyin | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:34 pm | |
| çocukta aort darlığı
Kalbin sol tarafından çıkan ana damardaki darlıktır .Kalbin sol karıncığının organlara kan göndermek için daha fazla çalışmasına neden olur. Darlık hafif, orta ve ağır derecede olabilir. Hastanın yakınmaları, bulguları, tedavi gerekip gerekmediği ve tedavi şekli tamamen darlığın derecesine bağlıdır.
Tanı nasıl konulabilir ?
Ağır olmayan vakalarda tanı genellikle muayene sırasında üfürümün duyulması ile konur. Ağır vakalarda büyüme gelişme geriliği, halsizlik göğüs ağrısı ve bayılma görülebilir. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.
Tedavide ne yapılabilir ?
Hafif olan darlıklarda, çocuğa herhangi bir zarar vermediği için müdahele edilmez. Bununla birlikte bazı vakalarda darlığın derecesi zamanla artabilmektedir. Bu nedenle darlığın derecesi ekokardiyografi ile takip edilmelidir. Orta ve ağır derecede darlığı olan hastalarda balonlu kateter ile darlığı genişletme yöntemi uygulanır. Bu yöntemin sonuçsuz kalması halinde, ameliyat da gerekebilmektedir.
İleriye dönük yapılması gerekenler :
Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir. Hastaların ağır egzersiz programları içeren sportif faaliyetlerden uzak durmaları önerilir. | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:35 pm | |
| çocuk felci poliomyelit
Çocuk Felci Nedir? Çocuk felci hastalığının nedeni, polio virüsü denilen bir mikroptur.
Tarihçe: 2000: Yabani poliovirus bulaşmasının 20’den fazla ülkede olmaması. 2001: Yabani poliovirus bulaşmasının 10’dan fazla ülkede olmaması. Dünya çapında sertifikasyon-standardının denetlenmesi. 2002: Yabani poliovirus bulaşmasının sonlandırılması. 2003: Kalan son global rezervuarların saptanması. 2005: Polio eradikasyonun sertifikalandırılması. (kaynak: Global Polo Eradikasyon Girişimi, Stratejik Plan 2001-2005) 2000 29 Ekim: DSÖ Batı Pasifik Bölgesi poliodan arınmıştır. 27 Eylül: New York, Global Polio Ortakları Zirvesi 2001-2005 Polio Eradikasyonu için Stratejik Planı kabul etmiştir. 1999 11 Ekim: Aventis Pasteur Afrika’da savaştan kırılmış beş bölge ve ülke için 50 milyon doz aşı bağışlamıştır. İlkbahar: Angola’daki polio salgını sırasında, 800’den fazla çocuk hastalanmış ve 50’si ölmüştür. 1998 Melik Minas (Türkiye) DSÖ Avrupa Bölgesi’ndeki son polio kurbanıdır. 1997 Mart: Mum Chanty (Kamboçya'da 15 aylık bir kız) DSÖ Batı Pasifik Bölgesi’ndeki son polio kurbanıdır. 1996 Yaz-Sonbahar: Arnavutluk’taki bir salgın çocuk ve genç erişkinler arasında 139 polio olgusuna neden olurken, komşu Yugoslavya (24 olgu) ve Yunanistan’a (5 olgu) yayılmıştır. Ağustos: Nelson Mandela Polio’yu Afrika’dan Kovalım kampanyasını resmi olarak başlatmıştır. 1995 Çin’deki son polio olgusu. Hindistan’da ilk Ulusal Aşı Günleri organize edilmiş, 87 milyon çocuk aşılanmıştır. 1994 29 Eylül: DSÖ’nün Amerika Bölgesi poliodan arınmıştır. 1993 Aralık: Çin’de ilk Ulusal Aşı Günleri başlatılmıştır (80 milyon çocuk aşılanmıştır). Mayıs: Sudan’daki bir salgın sırasında 252 çocuk polio’ya yakalanmıştır. 1992-1993 Hollanda’da, polio salgını 71 kişiyi etkilemiştir, bunların 70’i dini gerekçelerle aşılanmayı reddeden kişilerden oluşmaktadır; bu da aşılamanın tam olarak yapılamadığı durumlarda poliovirüs ithalinin hala bir tehdit oluşturduğunu kanıtlamaktadır. 1991 Eylül: Luis Fermin Tenorio (Peru) isimli üç yaşındaki erkek çocuk Amerika kıtasındaki son polio olgusudur. 1990 Dünya genelinde çocukların %80’inin aşılanması hedefine ulaşılmıştır. 1989-1990 Çin’de polio salgını, yaklaşık 10,000 çocuğun etkilendiği bildirilmiştir. 1988 Mayıs: Dünya Sağlık Birliği Toplantısı sırasında, DSÖ’e Üye 166 Ülke Global Polio Eradikasyon Girişimi’ni başlatmıştır. Uluslararası Rotary, 120 milyon$ toplamak için başlatılan polio kampanyasında 247 milyon$ toplandığını bildirmişir. 1985 Mayıs: Pan Amerikan Sağlık Organizasyonu (PAHO) Amerika kıtasında polioyu eradike etmek için bir girişim başlatmıştır. 1980 Çiçek eradikasyonu DSÖ tarafından belgelenmiştir. 1979 Somali’de dünyadaki son çiçek olgusu bildirilmiştir. 1974 Dünya Sağlık Birliği temel aşıların tüm dünya çocuklarına ulaştırılması için Genişletilmiş Aşılama Programı (EPI) önergesini kabul etmiştir. 1967 DSÖ, bir aşının geliştirildiği ilk hastalık olan çiçek hastalığının eradikasyonu için bir kampanya başlatmıştır. 1962 Mérieux Enstitüsü (günümüzde Aventis Pasteur) Albert Sabin'in Oral Polio Aşısının (OPV) üretimine başlamıştır 1961 Connaught Laboratuarları (Toronto, günümüzde Aventis Pasteur) OPV’nin en önemli uluslar arası üreticisidir. 1959 Sovyetler Birliği’nde geniş kitlelerde OPV çalışmaları. Albert Sabin attenüe polio suşlarından Connaught Laboratuarları için bir "tohum havuzu" oluşturmuş ve, böylece burada OPV üretimi başlamıştır. 1957 Lyons’daki Mérieux Enstitüsü Pierre Lépine'in enjectabl polio aşısının üretimine başlamıştır. 1954 Jonas Salk tarafından geliştirilen enjektabl polio aşısının (IPV) test edilmesi için yaklaşık 2 milyon çocuğun katıldığı Francis Saha Çalışması başlamıştır. 1953 Toronto’daki Connaught Laboratuarları’nda geliştirilen sentetik üreme besiyeri, "Medium 199" metodu kullanılarak maymun böbrek dokusu kültürlerinde poliovirüsün büyük miktarlarda üretilebileceği gösterilmiştir. Connaught 1954’de Francis Saha Çalışması’nda kullanılmak üzere Salk aşısının geliştirildiği büyük miktardaki viral sıvının tek üreticisidir. 1951 Polio virüsünün suşlarını tanımlamakla itham edilen İnfantil Paralizinin Tipini Belirleme Ulusal Vakfı Komitesi (A.B.D.), üç ve yalnızca üç suş bulunduğunu ilan etmiştir. Aşının her üçü için de koruma sağlaması gerekmektedir. 1949 John F. Enders, Thomas Weller ve Frederick Robbins sinir dokusu içermeyen kültürlerde virüs üreterek aşı geliştirilmesinin yolunu açmışlardır. 1948 Nisan 7, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) kurulması. 1931 Burnet ve Macnamara birden fazla poliovirus suşu olduğunu kanıtlayarak bir suşa karşı bağışıklığın diğer suş(lar)a karşı koruyuculuk sağlamadığını göstermişlerdir. 1916 Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeydoğusunda ortaya çıkan salgın 9,000’den fazla polio olgusuna yol açmıştır. 1909 Karl Landsteiner, Erwin Popper ve Constantin Levaditi polionun bir virüs tarafından oluşturulduğunu ve ilk enfeksiyonun bağışıklık sağladığını göstermişlerdir. Bu nedenle aşısı mümkündür. 1905 İsveç’teki bir polio salgınında yüzlerce çocuk ölmüş ve binlercesi felçli kalmıştır. Dr. Ivar Wickman polionun bulaşıcı olduğunu ileri sürmüştür. 1894 İlk polio salgını Amerika Birleşik Devletleri’nin Vermont eyaletinde belgelenmiş ve 119 çocuğu etkilemiştir. 1840 Jacob von Heine hastalığın klinik tarifini yazarak buna "enfantil paralizi" adını vermiştir. 1580-1350 B.C. Mısır’daki bir taş tablette bir bacağında gevşek bir felç olan bir rahip görülmektedir; bu da hastalığın bilinen en eski ipucudur.
Bulaşma: Çevre koşularının kötü olduğu yerlerde suların, besinlerin mikroplu dışkı ile kirlenmesi ve kalabalık ortamlarda havaya yayılan mikropların solunmasıyla bulaşır. Vücuda girdikten sonra, bölgesel lenf düğümlerinde yerleşen virüs, günler sonra da kana karışmaya devam edebilir. Bu kana karışmayla birlikte diğer ikincil bölgelere de yerleşim olur. (kalp, deri, akciğer, karaciğer, beyin, omurilik). Polio virüsünün omurilik içine yerleşmesi en çok rastlanan durumdur. Kuluçka süresi 10-14 gündür. Bu süre sonunda ve ateşli hastalıktan sonra omurilik içinde hangi sinir hücreleri ve bağları tahrip olmuş ise o organda "felç" olarak adlandırılan durum başlar. Hastalık genellikle belirtisiz ve sinsi gidişlidir. Hafif ateş, baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı-kusma gibi nezlede görülebilecek belirtiler ile ortaya çıkar. Kimi hastalarda hastalık bu belirtilerle sınırlı kalırken kimilerinde de kalıcı felçler ortaya çıkar. Çocuk ayağa kalkmakta veya yürümekte eskisine oranla daha fazla güçlük çekmeye başlar. Felç olan bölgede (genellikle bacaklar) kaslar sert ve kasılmış değil, yumuşaktır ve duyu kaybı yoktur. Bazı vakalarda solunum kasları ve diafragma da felce uğrayıp solunum güçlüklerine neden olabilmektedir. Ölüm oranı % 2-20 arasındadır. Beyindeki solunum merkezinin de etkilenmesiyle bu oranlar % 40'lara kadar çıkabilmektedir. Hastalığa yakalanan çocuklarda hafif ateş, baş ağrısı, kas ağrıları, bulantı -kusma gibi her hastalıkta görülebilecek ortak bulgular mevcuttur. Bazı çocuklarda hastalık bu bulgularla sınırlı kalırken , bazılarında ise kalıcı felçler meydana gelmektedir. Felçler çok tipik olarak yumuşaktır. Yani kaslar sert ve kasılmış durumda değildir. Felçler genel olarak, çocuğun kendini ayağa kaldırmasında ve yürümesinde güçlük şeklinde ilk bulgularını verir. Çoğu hastada felç olan bacak ya da kolda duyu kaybı yoktur. İğne batırıldığında bunu hissederler. Bir yaşından büyük yaş grubundaki hassas çocuklar ve yetişkinler mikrobu kaptıklarında felç gelişmesi açısından daha büyük risk altındadırlar. Felç gelişen hastalarda ölüm oranı %2 ile % 20 arasında değişmekte ancak beyindeki solunum merkezinin etkilenmesiyle bu oran % 40'a kadar çıkabilmektedir.
Çocuk Felcinden Korunma Yolu Nedir? Çocuk felci hastalığının çiçek hastalığında olduğu gibi ülkemizde ve tüm dünyada kökünün kazınması için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Tedavisi bulunmayan , kalıcı sakatlıklar ve ölümlere neden olan bu hastalığın kökünün kazınması , ancak aşılanma ile mümkündür. Hem bu açıdan hem de virüsün çevremizde yaygın olarak bulunması nedeniyle çocuk felci aşılamasının önemi oldukça artmaktadır. | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:36 pm | |
| Çocuk felci aşıları
Günümüzde çocuk felci hastalığına karşı kullanılan iki farklı aşı vardır.
İnaktive çocuk felci aşısı (enjeksiyon şeklinde uygulanır ) ve oral çocuk felci aşısı (ağızdan damla şeklinde verilir. ) inaktive çocuk felci aşısı ölü aşıdır. Son derece güvenli ve etkin olması en önemli özelliğidir. Yaşamın ikinci ayından başlayarak 1- 2 ay arayla toplam 3 doz enjeksiyon şeklinde uygulanır. Bebek 18 aylık olduğunda bir hatırlatma dozu daha yapılmalıdır.
Oral çocuk felci aşısı ağızdan damla şeklinde verilerek uygulanmaktadır. Oldukça etkin bir aşı olmakla birlikte aşının verilmesi sırasında çocuğun kusması ya da tükürmesi gibi durumlardan olumsuz etkilenebilmektedir. Aşı uygulanması esnasında ishali olan bebeklere bir ay sonra bir doz aşının daha uygulanması tavsiye edilmektedir. Çocuk felcine karşı toplumsal korunmanın sağlanmasında önemi vardır.
İnaktive ve oral çocuk felci aşılarının birlikte kullanımı
Yapılan çalışmalar,bu hastalığa karşı en iyi korunmanın inaktive ve oral çocuk felci aşılarının ardışık kullanılması ile sağlanabileceğini göstermektedir. Ardışık kullanım önce inaktive ,ardından oral olmak üzere çocuğa farklı zamanlarda her iki aşının da verilmesi prensibine dayanır. Birçok ülkede tercih edilen bu uygulama ;aşılamaya 2,4,6 ya da 2,3,4. Aylarda beşli aşı ile başlanan çocuklara 18. Aydaki hatırlatıcı dozun ağızdan oral aşı şeklinde verilmesi ile gerçekleştirilmektedir. İnaktive ve oral çocuk felci aşılarını ardışık kullanmanın sağladığı en büyük avantaj ,inaktive aşı ile önce bireysel korunmanın sağlanması,daha sonra oral aşı ile toplumsal korunmanın sağlanmasıdır. Böylece çocuk felci hastalığına karşı hem bireyde hem de toplumda çok güçlü ve kalıcı bir bağışıklama sağlanması mümkün olur. Çocuk felci aşılarının her iki çeşidi de ,difteri,tetanos,boğmaca ve diğer çocukluk aşıları ile birlikte ve aynı gün uygulanabilir. Aşı uygulanmasından sonra annelerin bebeklerini emzirmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Aşıdan hemen sonra dahi bebeğe mama,süt ve diğer besinler verilebilir,herhangi bir süre kısıtlaması yoktur. Aşılamanın dünya çapındaki etkileri Oral ve enjektabl polio aşıları, özellikle de endüstrileşmiş ülkelerde morbiditeyi önemli ölçüde azaltmıştır. Aşılama sayesinde, polio morbidite oranları 1950’lerdeki son büyük salgında 2,700’de 1 iken 1970'lerde 10 milyon’da 1’den aza inmiştir. Dünya genelindeki yaygın aşılama sayesinde bildirilen poliomyelit olguları anlamlı ölçüde azalmıştır, 1988’de 35,251 olgudan 1994’de 8,635 olguya (%-28) ve 1995’de 6,179 olguya (1994 ile karşılaştırıldığında -%82) düşmüştür. 1995 yılında 150 ülkede poliomyelit olgusu bildirilmemiştir. 1999’da DSÖ’ye üye 51 Avrupa ülkesinden hiçbirinde poliomyelit olgusu bildirilmemiştir. Avrupa’daki son olgu 26 Kasım 1998’de Türkiye’den bildirilmiştir. Avrupa Bölgesi'nde 1980’lerin başında 500’den fazla olgu bildirilirken, 1997’de yalnızca 7 olgu bildirilmiştir. Fransa’da, tek ithal edilen poliomyelit olgusu 1989’da Fransa’da doğan popülasyon içinde görülmüştür. O zamandan beri, bildirilen diğer tek olgu, 1995 yılında Afrika’ya yaptığı bir geziden dönen yetersiz aşılanmış bir Fransız vatandaşı olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde, ilk polio aşısı 1955’de kullanılmaya başlamıştır. 1951 ve 1954 yılları arasında ortalama 16,316 olgu paralitik poliomyelite yakalanırken yıllık ölüm oranı 1,879 olmuştur. Aşının kullanılmaya başlanmasından sonra polio insidansı önemli ölçüde düşerek 1962’de 1,000 olgudan aza inmiş ve daha sonraki yıllarda 100’ün altında olmuştur. 1994’de, oral aşı için harcanan her dolar direkt medikal harcamalarda 3.40 dolar, indirekt sosyal masraflarda ise 2.74 dolar tasarruf edilmesini sağlamıştır. A.B.D.’de doğan ve orada yaşayan kişiler arasında en son dokümante edilen polio olgusu 1979 yılında olmuştur. Çin, Kamboçya ve Güney Amerika kıtasındaki son olgular 1996, 1997 ve 1991’de bildirilmiştir. Güney Amerika’daki son enfeksiyon 23 Ağustos 1991’de Peru’dan bildirilmiştir. 1993’de Hollanda’dan Kanada’ya ithal edilen bir olgunun dışında tüm kıtada yabani virüsle bulaşma bildirilmemiştir. Afrika’da, 1995 yılında 1,512 olgu bildirilmiştir, bu da bir önceki yıla kıyasla %5 azalma anlamına gelmektedir (1,594 olgu). Aynı yıl, Afrika’daki 17 ülkede, adalar ve en güneydeki ülkeler dahil olmak üzere, poliomyelit bildirilmemiştir. 1995’de Doğu Akdeniz bölgesindeki 9 ülkede 738 poliomyelit olgusu bildirilmiştir. Bu, bir önceki yıla göre % 27 azalma anlamına gelmektedir (1,015 olgu) ve 1988’e kıyasla %68 azalma (2,339 olgu) olmuştur. 1995’de Güneydoğu Asya bölgesindeki 7 ülkede 3,398 poliomyelit olgusu bildirilmiştir - 1994’e göre % 33 (5,112 olgu) ve 1988’e göre% 87 (25,711) azalma. Pasifik bölgesi’nde 1994’deki 700 ve 1988’deki 2,126 olguya kıyasla 1995’de 344 olgu bildirilmiştir bu da sırasıyla % 51 ve % 84 azalma anlamına gelmektedir. Polio’nun çiçekten sonra aşılama yoluyla tamamen eradike edilen ikinci enfeksiyon olması beklenmektedir. Yeni milenyumun ilk birkaç yılı içinde tamamlanması hedeflenen bu eradikasyon programının ilk fazı, yabani virus suşları ile meydana gelmiş tüm polio olgularının eliminasyonunu içermektedir. Kitlesel polio aşılamasına son vermeden önce, son yabani polio virüsünün izole edilmesinin üzerinden en az üç yıl geçmesi gerekmektedir, bu da 2007 yılından önce olmayacaktır. Aşılama tarihçesi Canlı polio aşısının fareye uyarlanan bir virüs suşundan üretilen ilk prototipi 1950 yılında Koprowski tarafından insanda test edilmiştir. Fakat John Enders, Thomas Weller ve Frederick Robbins tarafından geliştirilen doku kültürü tekniğiyle üretilen ilk ticari polio aşısı Jonas Salk aşısıdır. Bu, inaktive virüslerden oluşan enjektabl bir polio aşısıydı. Attenüe viral suşlardan yapılan oral polio aşısı, Albert Sabin aşısı, diğerinden hemen sonra geliştirilmiştir. Gerek Salk gerekse Sabin aşıları kullanım için ruhsat alır almaz yaygın olarak uygulanmaya başladılar . Pasteur Enstitüsünden Pierre Lépine, Salk aşısıyla aynı tipte bir aşı üretmiştir. Hastalık Poliomyelit, oral olarak bulaşan ve etkeni nöropatojen bir virüs olan poliovirüsün yol açtığı akut viral bir enfeksiyondur. Hastalık çeşitli şekillerde kendini gösterir. En sık görülen hafif ve selim formunda genellikle ateşli bir diare epizodu (görülmeyebilir de) (polio enfeksiyonu) vardır, ardından pürülan olmayan bir menenjit (paralitik olmayan poliomyelit), ya da çeşitli kas gruplarını tutan gevşek felç görülebilir (paralitik poliomyelit) gelişebilir. Bu akut gevşek felçler geri dönüşümsüzdür (%10’u ise ölümcül olabilir) ve felç olan bölgede kas atrofisine neden olur. Güncel epidemiyolojik veriler Poliomyelit hala Afrika, Güneydoğu Asya, Hindistan yarım adası ve Yakın Doğu’nun bazı bölgelerinde bulunmaktadır. 1996’da, DSÖ’e 3,997 olgu nildirilmiştir. Mevcut aşılar Oral aşı, maliyetinin düşük olması nedeniyle, şimdiki eradikasyon kampanyası gibi toplu aşılama kampanyalarında tercih edilen formdur. Bu aşı, bir aşı suşunun yabani virüse dönüşmesi nedeniyle aşı-sonrası felce yol açabilir (1 milyon aşıda 1 olgu). Bu yüzden yabani virüsün görülmediği veya çok nadir görüldüğü ülkelerde, örneğin uzun yıllardır Fransa’da ve son iki yıldır Amerika Birleşik Devletleri’nde, inaktive edilmiş aşı kullanılmaktadır. Aşılama stratejileri Polio aşısı tüm küçük çocuklara uygulanmakta ve aşılamanın yaygınlığı olabilecek en yüksek düzeyde sağlanmaya çalışılmaktadır. Ekonomik etki CDC’ye göre 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde polio aşısı için harcanan her bir dolar tıbbi harcamalarda 3.40 dolar ve indirekt harcamalarda 2.74 dolar tasarruf anlamına gelmektedir. 1955 ve 1961 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde polio aşısı tek başına tıbbi harcamalarda 327 milyon dolar ve indirekt harcamalarda 6.4 milyar dolar tasarruf sağlamıştır - yani, Salk ve Sabin aşılarının geliştirilmesi için yapılan masrafın (yaklaşık 5.6 milyon dolar) bin katından daha fazla. DSÖ aşının dünya çapında kullanılması sayesinde 2007 yılına yapılacak toplam tasarrufun aşılama kampanyalarının maliyetini geçeceğini tahmin etmektedir. 2040 yılına kadar, toplam tasarrufun 13.6 milyar doları bulacağı tahmin edilmektedir. ,
Dünya sağlık örgütü Polio broşüründen: 1988’de, beş kıtadaki yaygın endemi sırasında 350,000 çocuk polio nedeniyle felç olmuştur. Polio şimdi yalnızca Sahara’nın güneyindeki Afrika ve Güney Asya’nın bazı bölgelerinde yoğunlaşmıştır. 2005 yılında tüm dünyanın poliodan temizlendiğinin belgelenebilmesi için yoğun çabalar sürdürülmektedir.
Aventis Pasteur, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Uluslar arası Rotary, Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) ve Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) ile birlikte çalışarak polioya karşı son savaşta destek sağlamaktadır. Aventis Pasteur 1997 ve 1999 yılları arasında Afrika’da kullanılmak üzere 40 milyondan fazla doz oral polio aşısı bağışlamıştır. 2000 yılından itibaren buna ek olarak 50 milyon doz Angola, Liberia, Sierra Leone, Somali ve Güney Sudan’daki Ulusal Aşılama Günleri’nde kullanılmak bağışlanacaktır. Polio nedir? Polio bir virüs tarafından oluşturulan çok bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Sinir sistemini istila ederek kalıcı felçlere veya ölüme neden olabilir. Her yaşta görülebilir fakat başlıca üç yaşın altındaki çocukları etkilemektedir. Polio eradike edilebilecek birkaç hastalıktan biridir çünkü insan vücudunun dışında uzun süre yaşayamaz ve etkili ve ucuz bir aşısı mevcuttur. Polionun başlıca belirtileri nelerdir? Başlangıçta pek çok hastalıkta görülebilecek ateş, halsizlik, baş ağrısı, kusma, ense sertliği ve kol ve bacaklarda ağrı gibi hafif belirtiler ortaya çıkar. 200 enfeksiyondan biri genellikle bacaklarda olmak üzere geri dönüşümsüz felce dönüşür. Polio paralizisi gelişen kişilerin yüzde beş ila onu solunum kaslarının felç olması nedeniyle ölmektedir.
Polio nasıl bulaşmaktadır?
Virüs ağız yoluyla vücuda girerek barsaklarda çoğalır Kalabalık olarak yaşanan yerlerde ve hijyen düzeyi yetersiz olduğunda bulaşma oranı çok yüksektir. Polio nasıl tedavi edilmektedir? Polio’nın tedavisi bulunmamaktadır. Bakım ve fizik tedavi gibi yöntemlerle etkilenmemiş kaslar güçlendirilerek destekleyici ve semptomatik tedavi yapılır. Kaç polio olgusu görülmektedir? 1999 yılının sonuna kadar yaklaşık 7,000 polio olgusu bildirilmiştir. Tüm olgular bildirilmediği için, DSÖ 1999 yılında yaklaşık 20,000 olgunun bulunduğunu tahmin etmektedir. Bundan binlerce fazla çocuk virüsle enfekte olmuştur; bu çocuklarda felç ortaya çıkmasa da diğer çocukları enfekte edebilirler. Polio nasıl eradike edilecektir? Polio’nun eradikasyonu (henüz polionun temizlendiğine dair sertifikası olmayan ülkelerde) dört temel stratejiye dayanmaktadır.:
1) İlk yıl dört doz oral polio aşısı kullanarak bebeklerin rutin aşılanması;
2) Beş yaşın altındaki milyonlarca çocuğun aşılandığı Ulusal Aşı Günleri;
3) Akut Gevşek Felç (AFP) gözetimi ile yeni felç geçiren tüm çocuklarda felcin nedeninin polio virüsü olup olmadığının araştırılması;
4) Evlerde aşılama (silip-süpürme kampanyaları olarak da bilinir) ile her çocuğun aşılandığından emin olarak bulaşmanın son zincirlerinin de kırılması
Global Polio Eradikasyon Girişimi Nedir? Global Polio Eradikasyon Girişimi DSÖ, Uluslar arası Rotary, CDC ve UNICEF öncülüğünde başlatılmıştır. Bu koalisyon ulusal yönetimleri, özel vakıfları, gelişme bankalarını, ve Aventis Pasteur’ün de içinde yer aldığı şirket ortaklarını da içermektedir. Ulusal Aşı Günleri Nedir? Ulusal Aşı Günleri daha önce aşılanıp aşılanmadığına bakılmaksızın beş yaşın altındaki tüm çocukların aşılandığı toplu aşı kampanyalarıdır. Polio’nun endemik olduğu ülkelerde genellikle en az üç yıl üstüste olmak üzere yılda birden fazla aşılama yapmak gerekir. Kampanya sırasında neler gerçekleştirilmiştir? Global Polio Eradikasyon Girişimi’nin başlatılmasından itibaren geçen 12 yılda polio olgularının sayısı yüzde 95 azalmıştır. Aventis Pasteur bu süre içinde diğer ortaklarla birlikte çalışarak milyarlarca doz polio aşısı üretmiş ve dağıtmıştır. Gelişmekte olan dünyadaki üç milyon çocuk polio’ya karşı aşılanma sayesinde bugün felçli olmak yerine yürüyebilmektedir. Hastalığı ortadan kaldırma kampanyalarının önemli maddi katkıları da olmaktadır. Polionun eradikasyonu ile sağlanacak tasarrufun yılda 1.5 milyar$ (1.36 milyar euro) aşacağı tahmin edilmektedir. Bu tasarruflar başka hastalıkların kontrol edilmesi için kullanılabilir.
Bir çocuk bile polio virüsü ile enfekte olursa tüm çocuklar risk altında kalmaya devam eder. Aşılama ve işbirliği sayesinde, her yerdeki çocukları koruyabiliriz. Poliodan arınmış bir dünyaya sahip olabiliriz. | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:36 pm | |
| çocuklarda sık görülen bulaşıcı hastalıklar
Çocuklarda sık görülen bulaşıcı hastalıkların belirtileri ve tedavileri hakkında bilinmesi gerekenler:
Boğmaca
Hastalık nezle şeklinde haşlar; gözlerde sulanma, burunda akıntı ve hapşırmayla devam eder. Gece*leri öksürük nöbetleri görülür. Daha sonra bu ök*sürük, sık ve kusmaya neden olacak şekilde de*vam eder. Öksürük gürültülü ve tekrarlıdır. Çocuk, öksürüğün ardından inilti tarzında sesler çıkartır. Öksürük nedeniyle güçlükle nefes alıp veren ço*cuğun rengi morarabilir. Bu nedenle havale, geçi*ren çocuklar bile olabilir. Bu hastalığa yakalanan ve özellikle ilk 6 ayı içinde olan bebekler ciddi tehlikelerle karşı karşıyadır. Tedavi ve korunma için 2 hafta süreyle antibiyotik verilir. Ayrıca, rahat solunum için su buharı yapılarak, odanın havası nemlendirilir.
Kabakulak
Genel olarak kulak altındaki ve önündeki bezele*rin iltihaplanması ve şişmesi sonucu görülen bir hastalıktır. Bu şişlikler nedeniyle çocuk yemek yerken ve çiğnerken zorlanır. Ayrıca yüksek ateş, mide bulantısı, karın ve baş ağrısı ya da öksürük gibi bulgular da görülebilir. Ortalama 2 hafta ku*luçka süresi olan hastalıkta, bulaşıcılık süresi; yük*sek ateşle başlar ve kulaktaki şişlik kaybolana ka*dar devam eder. Parasetemol içeren ilaçlar ateş ve ağrıyı kesme amacıyla kullanılır. Hastalık döneminde, tükürük artıracak limon, sirke gibi ekşi be*sinlerin tüketiminden kaçınılmalıdır. Virüsün sağır*lığa ve kısırlığa neden olduğu durumlar oldukça azdır.
Kızamık
Kızamık çok bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır ve diğer hastalıklara göre daha ağır ve tehlikeli seyre*der. Çocuklarda ateş ve öksürüğün yanı sıra göz*lerde kızarıklık, akıntı ya da çapaklanma görülür. Boyunda ve alında başlayan deri döküntüleri, hız*la tüm vücuda yayılır. Kuluçka süresi ortalama 2-3 hafta kadardır. Bulaşıcılık, döküntüler kuruyana kadar devam eder. Kızamık sıklıkla ortakulak ilti*habı, pnömoni (zatürree) gibi hastalıkların oluşumuna neden olabilir. Tedavi edilmediğindeyse ço*cuklarda kalp yetmezliğine kadar ciddi boyutlara varabilir. Çocuğun bol hol su içmesi; ateş sırasında kaybedilen sıvının geri kazanılmasını sağlayarak vücudun su dengesini düzenler. Ayrıca, ateşi dü*şürmek için parasetemol içeren ilaçlar kullanılır.
Kızamıkçık
Hafif seyreden bir hastalık olduğu için çocuklar açısından tehlikeli olduğu söylenemez. Vücudun kimi bölgelerinde sivilceler oluşur; ancak bu sivil*celer kızamıkta olduğu kadar belirgin değildir. Ateşin yanı sıra, gözlerde sulanma, burun akıntısı ve öksürükde ortaya çıkar. Kuluçka dönemi 2 haf*ta kadar olup, bulaşıcı dönem deride döküntü başlamadan 1-2 gün kadar öncedir. Kızamıkçık. özellikle hamile kadınlar için önemli bir tehlike teşkil eder. Enfeksiyon ilk l6 hafta içinde, anne karnındaki bebeğe ciddi zarar verebilir. Bebekte görülebilecek anormallikler arasında; kalp hastalı*ğı, katarakt hatta zeka geriliği sayılabilir. Bu ne*denle hamile kalmadan önce anne adaylarının bu hastalığa karşı bağışıklık kazanıp kazanmadıklarım test ettirmeleri gerekir.
Kızıl Genellikle kasıklarda başlayan, kol ve boyunda yoğunlaşan kızıl renkte döküntülerle kendini gösterir. Hastanın dil rengi frambuaza yakındır. Bunun yanısıra ; yüksek ateş, mide bulantısı, boğaz ağrısı ve iştahsızlık da görülür. Ortalama l ile 7 gün arasında değişen kuluçka süresi vardır. Kızılın tanışı, streptokok bulma amacıyla yapılan boğaz testi sonucunda konur. Hastalığın tedavisi antibi*yotikle yapılır, Hastalığın erken komplikasyonları arasında; sinüzit va ila ortakulak iltihabı sayılabilir. Ancak kızıl tedavi edilmediğinde; kalp romatizma-sı ya da böbrek iltihabı gibi daha ciddi hastalıklar*la karşılaşmak kaçınılmazdır.
Suçiçeği Kış ve bahar mevsimlerinde en sık görülen hasta*lıklardan biri de suçiçeğidir. 3-10 yaş arası çocuk*larda daha sık görülen bu hastalık, halsizlikle başlar. Birkaç gün düşmeyen ateş. nezle ve öksürük görülen diğer belirtiler arasında yer alır. Ardından vücudun farklı kısıınlannda, içi su dolu pembe ta*necikler belirir, iki tanecikler kuruyuncaya kadar kaşıntıya neden olurlar. Ortalama 2-3 hafta kuluç*ka süresi olan suçiçeğinin. bulaşma süresiyse tane*ler dökülünceye kadar devam eder. Hastalık süre*since çocuğun yaralarını kaşıyıp, koparmasına en*gel olunmalıdır. Bu amaçla doktor tarafından veri*len losyonlar sürülür. Tedavisinde parasetemol kullanılır. Aspirin ise kesinlikle verilmez.
Hamileliğin ilk 5 ayında geçirilen suçiçeği anne karnındaki bebeği olumsuz etkiler.
6. Hastalık
6 ay ve 2 vas arasındaki çocukları daha çok etkile*yen bu hastalık, halk arasında gülcük ya da 3 gün ateşi olarak bilinir. 3 gün kadar süren yüksek ateş ilk belirtileri arasındadır. Ateş düştükten sonra ço*cuğun vücudunda kırmızı kabarıklıklar belirir. Ke*sin bir tedavi yöntemi olmadığı gibi, ciddi sorunlara da yol açmaz. Parasetemol içeren ilaçlar verilerek ateş düşürülmeye çalışılır. Aspirin ise tercih edilmeyen bir ateş düşürücüdür.
Grip
Grip, soğuk algınlığı gibi bir virüs hastalığıdır. Hastalık başka birine doğru öksürme ve hapşır*mayla geçer. Hastalığı başka hirine bulaştırma ris*ki. ilk haftada en yüksektir. Çocuk gribe yakalan*dıktan 2-3 gün sonra; eklem ve bas ağrısı, boğaz ağrısı, titreme, öksürük, nezle, mide bulantısı, kus*ma, ishal ve ateş baslar. Her şeyden önce çocuğun iyi bir bakıma ihtiyacı vardır. Önemli olan çocu*ğun bol miktarda sıvı ve C vitamini almasıdır. Bo*ğaz pastilleri ve öksürük şurubu, boğaz ağrısını hafifleteceğinden. geceleri rahat uyumayı sağlar. Fakat asla aspirin verilmemelidir. Grip genellikle 7-10 gün arasında atlatılır.
İshal
Çocuklarda ishal nedenlerinin başında viral enfek*siyonlar gelir. Rota virüsünün neden olduğu ishal*de, genelde virüs bağırsaklara ya da mideye yerle*şir. ishalle birlikte kusmalar da görülür, ishal ve kusma sonucunda vücut hem su hem de tuz kay*beder. iki nedenle çocukta islıal haşlar haşlamaz, kaybedilen sıvı kaybının telafi edilmesi gerekir. Az miktarlarda sıvı, sık aralıklarla içirilerek vücudun ihtiyacı olan sıvı dengesi sağlanır. Ancak süt, haz*mı zor bir sıvı olduğu için tercih edilmez. Kusma ve islıal birkaç gün sürebileceği gibi haftalarca da devam edebilir. Çocuk aşırı kusuyorsa, kusma ke-silene kadar birkaç saat hiçbir şev yedirmemek ge*rekir. Bunun yanı sıra formül mama. yoğurt, yağsız sebze çorbaları, kızarmış ekmek, makarna, pi*lav, muz ve kalınan soyulmuş elma verilebilir. Şe*kerli, yağlı ve pişmemiş yiyeceklerden kaçınılmalı*dır. Bu şekilde beslenme, kusmayı önleyerek sıvı kaybının artmasını engeller. Asın yorgunluk, hal*sizlik, göz yası yokluğu, ağız kuruluğu, çökük gözler, az idrar yapma ve su kaybı belirtileridir. Dalıa çok 5 yas altındaki çocuklarda görülen bu hastalığın diğer belirtileri arasındaysa yüksek ateş ve iştahsızlık yer alır. Ayrıca ateş varsa parasete-mol içeren ilaçlar verilerek kontrol altına alınmaya çalışılır. Ve kusmayı engelleme amacıyla da fitil kullanılır.
Sinüzit Çocuklarda burna açılan sinüsler, geçirilen soğuk algınlığı, nezle ya da grip gibi enfeksiyonlardan sonra tıkanabilir. Dolayısıyla içinde sıvı birikip bu*run sisebilir. Sinüslerin içindeki sıvı bakteriyle enfekte olduğunda sinüzit yani sinüs enfeksiyonu gelişir. Öksürük veya nezle gibi bulgular, 10 gün*den fazla gözlemlendiğinde sinüzitten şüpheleni*lir. Sinüzit, sürekli burun akıntısının ve özellikle geceleri rahatsız eden öksürüğün disında bas ağrı-sına da neden olur. Antibiyotik kullanımıyla tedavi edilebilir.
Soğuk Algınlığı ( Nezle)
Nezle; öksürük, hapşırık ve gözlerde sulanmayla seyreder. Hafit ateş, halsizlik ve dalla büyük ço*cuklarda has ağrısı da gözlenir. Soğuk algınlığına yol açan yüzlerce virüs vardır, iki nedenle soğuk algınlığı asısı henüz geliştirilmemiştir. Hastalığın rahat bir şekilde atlatılması için yatılan odanın ha*vasım nemlendirmek gerekir. Ateşi kontrol altında tutmak için parasetemol kullanılır. Aspirin 12 ya*yından küçük çocuklarda karaciğer ve beyinde ağır tahribata yol açabileceğinden virütik enfeksi*yonlarda kullanılmamalıdır. Burnu açık tutmak için burun damlaları, dekonjesten şuruplar verilir. Yeterli sıvı alımı çok önemlidir. Çocuk hem ateşin etkisiyle, hem de solunum yolundan sıvı kaybetti-ğinden ek su almaşı sağlanmalıdır. Soğuk algınlığı l hafta kadar sürer. Ateş, şikayetlerin başladığı ilk 3 günde olur, sonra düsmeye baslar. Ateş 3 gün*den fazla sürerse ya da ateş düştükten 1-2 gün sonra tekrar çıkarsa, doktora gitmek gerekir. Ök*sürük ve burun akıntısı l haftadan fazla sürerse, solunum güçlüğü ya da kulak ağrısı gelişirse gecikmeden doktora başvurulmalıdır.
Bronşiyolit
Sıkça görülen alt solunum yolu enfeksiyonlarından biri olan hu hastalığa. RSV adı verilen virüs neden olur. Ateş. nezle, kulak iltihabı ve öksürükle has*lar. 2 yasından küçük çocuklarda dalla sık görülen hronsiyolit; öksürük, hırıltı ve solunum güçlüğüne neden olur. Öksürük ve solunum güçlüğü beslen*meyi zorlaştırdığı gibi asın huzursuzluk ve halsizli*ğe de yol açabilir. Ağır bronşiyolitlerde solunum sıkıntısı dalıa hızlı gelişir. Solunum yolları balgam gibi makuslarla dolar. Burunda da kalın sümükler oluşabilir. Soğuk hava buharı bu balgamların yumuşayarak dışarı atılmasına yardımcı olur. Asın solunum sıkıntısı olan çocukların oksijen ve sıvı alımlarım kolaylaştırmak için hastanede tedavi ge*rekebilir. Bronsiyolit prematüre ve kalp hastası olan bebeklerde daha ağır seyreder. Antiviral ilaç. ağır olan vakalarda yoğun bakım sartlarında kulla*nılır. Ortalama 1-2 hafta içinde düzelir.
Krup (Yalancı Difteri)
Yalancı difteri belirtileri çoğu aileyi korkutur. Hafif bir nezle ve öksürükle yatan çocuk, gece yansı boğulur tarzda bir öksürükle uyanır. Öksürük, kö*pek havlaması seklindedir. Krup, ses tellerim tutan virütik bir enfeksiyondur. Çocuktan nefes alırken ya da ağlarken ıslık seklinde bir ses duyulabilir. Hastalık kimi zaman da kendini ateşle gösterebilir. Genelde 5 yasın altındaki çocuklarda görülen ya*lancı difteri, çocuk doktorunun tavsiyeleriyle takip edilebilir. Öksürüğün geçmesi için buhar tedavisi yapılabilir. Soğuk buhar çocuğun dalıa rahat nefes almasına yardımcı olur. Eğer evde buhar makinesi yoksa, banyonun kapı ve penceresi kapatılıp, sı*cak suyu 5 dakika akıtmak banyonun buharla dol-masını sağlar. Bu şekilde hazırlanan ortamda çocuğun neles alışverişi kolaylaşır. Gece soğuk havada yürüyüş yapmak da solunumu kolaylaştırır. Krup ciddi solunum güçlüğüne yol açarsa bir süre hastanede kalmak gerekebilir. Hastanede buhar tedavisiyle birlikte gerekirse kortizon gibi ilaçlar da verilebilir.
Ortakulak enfeksiyonu
Neyle ya da grip sonrası kulak ağrısı gelişebilir. Bebekler, kulaklarının ağrıdığını söyleyemezler. Ancak asın huzursuzluk, uyku bozukluğu, ateş, kulak akıntısı orta kulak enfeksiyonunun belirtisi olabilir. Kulak muayenesi sonucunda enfeksiyon tespit edilirse. 7-1O gün sureyle antibiyotik verilir. Antibiyotiğin belirtilen dozda, uygun saat aralıkları ve surede kullanılması şarttır. Çoğu aile doktora danışmadan çocuğun şikayetleri düzeldi diye anti*biyotiği keser. Bu durum enfeksiyonun tam düzel*memiş olduğu için tekrarlamasına ve iyileşmenin gecikmesine yol açar. Kulak ağrısını gidermek için doktorun tavsiye etliği miktarlarda parasetemol kullanılır. Aspirin verilmemelidir. Antibiyotik bitiminde ikinci bir muayene daha yapılır.
Konjoktivit ( Göz İltihabı)
Gözlerde kızarıklık, kaşıntı, ağrı ve çapaklanma gözlenir. Göz iltihabıyla birlikte yüksek ateş, göz etrafında şişlik ve kızarıklık varsa mutlaka doktora gidilmelidir. Çünkü, bu bulgular enfeksiyonun, daha ciddi olduğunu gösterir. Her konjoktivit bulaşıcı değildir. Konjoktiviti tedavi etmede sıcak kompres ve antibiyotikli göz damlaları kullanılır. Tedaviden birkaç gün sonra gözdeki kızarıklık ve şişlik devam öderse göz doktoruna başvurulmalıdır. iki durumda virüs ya da alerji de akla getiril*melidir.
Pnömeni
Pnömeni, akciğer iltihaplanmasıdır. Soğuk algınlı-ğındaiı itirkaç gün sonra gelişebilir. Çocukta titre*meyle birlikte ani yükselen ateş. zorlu nefes alışverişi gibi .solunum sıkıntısı gözlenir. Öksürük da*ha sonra ortaya çıkabilir. Tanı kovmak için akciğer grafisi gerekir. Virütik zatürreeler hafif geçirilir. Ateşi düşürmek için parasetemol: hırıltı varsa solu*num yollarım rahatlatan, genişleten ve balgam söken ilaçlar kullanılır. Ayrıca tedavide antibiyotik, bol sıvı alımı ve oda havasının nemlendirilmesi önerilir. Zatürree genellikle evde tedavi edilebilir; ancak ağır solunum sıkıntısı olanlar ya da 6 aylık*tan küçük bebekler hastaneye yatırılabilir | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:36 pm | |
| çocuk ve bebekte tuvalet eğitimi
Birçok anne baba çocuğunun tuvalet eğitimine ne zaman başlamaları gerektiği konusunda kararsız kalırlar. "Çocuk tuvaletini ne zaman söyleyecek?" , "bez bağlamaktan ne zaman kurtulacağız?", "tuvalet terbiyesine ne zaman başlamalıyız?" gibi sorularla oldukça sık karşılaşıyoruz. Oysa çocuğun tuvalet terbiyesine başlamak için belirli bir yaş yoktur. Çocukların büyük çoğunluğu 18-30 aylıkken tuvalet terbiyesine başlamak için gerekli becerileri kazanırken bazı çocuklar ise 4 yaşına kadar bu beceriyi kazanamazlar.Genellikle kız çocukları erkek çocuklarından daha önce mesane ve barsak kaslarını kontrol etmeyi öğrenirler. ( Kızlarda genellikle 2,5 yaş civarında, erkeklerde ise 3 yaş civarında) Önemli olan çocuğunuz tuvalet terbiyesi için hazır olmadan bu terbiyeyi vermek için acele edip baskı kurmamaktır. Çocuğunuzun tuvalet terbiyesine hazır olduğunu gösteren bazı belirtiler vardır:
Çocuğunuz bazı basit isteklerinizi yerine getirebiliyor mu? Gün boyunca bezi en az iki saat kuru kalabiliyor mu? Kısa bir uykudan sonra bezi kuru kalabiliyor mu? Barsak faaliyetleri düzenli ve daha önceden tahmin edilebliyor mu? ( Bazı çocuklar günde 2-3 kez, bazıları ise 2-3 günde bir kez kaka yaparlar. Burada önemli olan bu aralıkların düzenli olarak tekrarlanması ve daha önceden tahmin edilebilir düzeye gelmesidir.) Kendi başına tuvalete gidiyor mu? Tek başına pantolonunu indirip kaldırabiliyor mu? Bezi ıslandığında rahatsız oluyor mu? Lazımlık veya oturağına ilgi gösteriyor mu? İç çamaşırı giymek istiyor mu? Yukarıda sayılan maddelerin büyük çoğunluğuna evet yanıtını verebiliyorsanız çocuğunuz tuvalet eğitimine hazır demektir. Aksi halde birçok güçlükle karşılaşabilirsiniz.
ANA BABALARA ÖĞÜTLER:
Plan Yapın: Çocuğunuza tuvalet eğitimine başlamadan önce iyi bir plan yapmalısınız. Eğitime ne zaman ve nasıl başlayacaksınız? Herhangi bir direnmeyle karşılaştığınızda veya olası kazalarda tutumunuz ne olmalı gibi şeyleri planlamalısınız. Bunun için çevrenizdeki tecrübeli kişilerden veya profesyonel kişilerden fikirlerini alabilir, doktorunuza danışabilirsiniz. Fakat hiçbirzaman unutmayın: Çocuğunuzu en iyi siz tanıyorsunuz.
Çocuğunuzu övgülerinizle ödüllendirin: Eğitiminizin başından sonuna dek çocuğunuzun sizden gelecek olumlu ve olumsuz tepkileri gözleyeceğini unutmayın. Onu hayal kırıklığına uğratmamalısınız. Eğitiminde ileriye gittiği her adımda ve her yeni denemede çok iyi yaptığını ve onunla gurur duyduğunuzu ona söyleyin. Ancak unutmayın ki övgüleriniz çok abartılı olursa çocuk tekrar altına kaçırmaya, huysuz ve sinirli olmaya başlayabilir.
Arada sırada kazalar olabileceğini kabul edin: Tuvalet eğitiminiz tamamlanana dek her çocuk gerek gündüz, gerek gece kazara altına kaçırabilir. Bu gibi hallerde çocuğunuza sinirlenmeyin ve kızmayın. İdrarını tutması ve rektumunu kapatması için gereken kas gelişimi birden olmaz. Çocuğun bunu öğrenmesi zaman alacaktır. Herhangi bir kaza olduğunda altını sakinlikle temizleyin, bir dahaki seferlerde tuvalete yapmaya devam edecektir.
ADIM ADIM TUVALET EĞİTİMİ
Gevşeyin. Tuvalet eğitiminde sakin ve rahat yaklaşım en iyi davranış biçimidir. Tuvalette ne yapacağını çocuğunuza gösterin. Çocuklar büyüklerini tuvalette görünce onları taklit etmeye başlarlar. Tuvaletle ilgili ailenizin kullandığı sözcükleri çocuğunuza öğretin ki tüm aile bireyleri çocuğun kullanacağı sözcüğü duyduğunda tuvaleti olduğunu anlayabilsin. Bu arada bu yaştaki çocukların herşeyi çekinmeden heryerde yüksek sesle herkese duyurabildiğini unutmayın. Çocuğunuza tuvaletini yapmadan önce oluşan yüzde kızarma, çömelme, ıkınma gibi belirtilerin tuvaletinin geldiğini işaret ettiğini öğretin. Çocuğunuza bir lazımlık- oturak satın alın. Oturarak tuvalet yapması daha kolaydır. Çocuğunuza tuvalet kullanımı hakkında kitaplar okuyun, hikaye veya masallar anlatın. Çocuğunuza tuvalette kolay indirilip kaldırılabilen giysiler giydirin. Çocuğunuz tuvalete gitmek istediğinde ona yardımcı olun, yanında kalın eline tuvalette otururken oyalanabileceği resimli kitaplar vs. verin ve oturağına tuvaletini yapmasa bile birkaç dakika oturmasını sağlayın. 4-5 dakikadan sonra çocuğunuzun tuvaletten kalkmasına yardımcı olun. Eğer bu süre içerisinde tuvaletini yapabildiyse aşırıya kaçmamak kaydı ile onu övün ve ödüllendirin. Eğer tuvaletini yapamadıysa birdahaki sefere yapabileceğini söyleyin. Tuvaletini yaptıktan sonra çocuğunuzu dikkatle silin. Kız çocuklarında silinme işleminin enfeksiyon kapmayı engelleyebilmek amacıyla önden arkaya doğru yapılması gerektiğini unutmayın. Tuvaletten sonra ellerin dikkatlice yıkanması gerektiğini siz de örnek olarak çocuğunuza öğretin. | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:36 pm | |
| çocukta burun tıkanıklığı
Burun içi hava yolu yeni doğanda ve çocukta erişkine göre oldukça dardır.Bu yüzden burada oluşan herhangi bir anormal gelişim, şikayetlerin bir anda gürültülü şekilde ortaya çıkmasına neden olur.Burun alt solunum yollarının bekçisi görevini görür ve havanın burundan nemlendirilerek akciğerlere verilmesi vücudun solunum dengesi açısından oldukça önemlidir.
Burun içindeki sümük burundan solunan havanın nemlenmesini, yabancı cisimlerin tutulmasını, burun içini döşeyen örtünün korunmasını sağlar. Bu sümüğün ritmik bir siklüsü bulunmaktadır. Bu siklüs burun içindeki burun etlerinin (konka), dolgunluklarının artması ve azalmasına bağlı olarak, her iki burun arasında dönüşümlü olarak değişir. Bu günlük hayatımızda tam olarak farkedilmez, ancak burunda tıkanıklık olduğu hallerde belirginleşir.
Ayrıca, burun ve akciğer arasında beyinde önemli bir merkez tarafından yönetilen bir ilişki bulunmaktadır. Burnun tıkalı olduğu tarafta, akciğer solunum kapasitesi düşük olur. Bu tarafta burun içinde direncin fazla olması, akciğer direncini de artttırır ve akciğere giden hava azalır.
Burunda tıkanıklık nedenleri
Doğumsal nedenler:
En sık görülen koanal atrezidir. Burun arkası ile geniz arasının zar veya kemik doku ile kapalı olmasıdır.Bu durum çocuk doğduğu günden itibaren kendini belli eder. Tek taraflı veya çift taraflı olabilir.
Doğum esnasında veya sonradan düşmelere bağlı septumda (iki burun deliğini burun içinde ayıran yapı), deformasyon , deviasyon(eğrilik) ve hematom (kan birikmesi) oluşabilir. Burun içine yabancı cisim kaçmaları, birtakım kist ve tümörler yine burun tıkanıklığı nedenleridir.
Sonradan burun tıkanıklığı yapan nedenler: En sık nedenlerden biri geniz etidir. Doğumda oldukça küçüktür.1-2 yaşlarında, çocuğun kendi bağışıklık sistemi oluştukça büyümeye başlar. Ergenlik döneminde ise küçülür.Genizde solunan hava ile temas eder ve devamlı sümük ile yıkanır.Dolayısı ile çeşitli mikrobik ajanlar(antijen) ile temas halindedir.Aktif bağışıklık sistemini devreye sokarak antikor üretir.Bu aktivitenin fazla olması, fazla antijen ile temas ve allerjide büyüme daha fazla olur. Fazla büyümeden dolayı kronik iltihaplı bir akıntı ve tıkanıklık oluşur. Bademciklerin büyüklüğünden bağımsız olarak geniz etinde fazla büyüme burunda çok ciddi solunum güçlüğü yaratır. Daha önce belirttiğim gibi burundaki direncin artması, akciğer solunumun azalmasına neden olur. Bu da genelde olarak vücutta oksijen azalması ve buna bağlı kalbin fazla çalışması sonucunu doğurur.
Geniz eti, ayrıca mikropların tutulduğu bölge olduğundan, sık orta kulak enfeksiyonlarının ve üst solunum yolu infeksiyonlarının nedenini oluşturabilir. Sigara içilen ortamlarda sigara dumanı bu doku tarafından tutulur ve kulağın havalanmasını sağlayan östaki tüplerinde ödem yapar ve kulakta ağrı, sıvı birikimi ve iltihabi reaksiyona neden olur.
Burun tıkanıklığında allerji faktörünü unutmamak gerekir. Normal kişilerde bazı doğal maddelere karşı reaksiyon gelişmezken, bazı kişiler bu maddelere karşı istilayı önlemek için aşırı bağışıklık cevabı verir. Bunlara allerjik bünyeler denir. Allerjenler bu yanıt sonunda kişinin vücudunda, istenmeyen etkilere yol açan bazı kimyasal maddeler salgılar. Bu maddeler burunda tıkanıklık, şişme, kaşıntı, aşırı sümük oluşumuna neden olur.
Sinüzit, burun tıkanıklığının bir diğer nedenidir. Çocuklarda sinüzit genellikle uzun süren nezle ile birlikte oluşur. Fazla burun salgısının olması ve salgı kıvamının yoğun olması burun drenajının azalmasına ve burun içinde sümüğün birikmesine neden olur .Bunun sonucunda burun içi örtüsünde kronik değişiklikler ve enfeksiyonlar oluşur.
Sinüzit doğru bir medikal tedavi ile tamamiyle iyileşir.Ancak bazı sistemik hastalıklarda veya doğumsal hastalıklarla beraber olursa iyileşmesi zordur ve bazen sinüslerden kaynanaklanan polip değdiğimiz etler oluşabilir. Bu durumda cerrahi tedaviye gerek duyulur. Muayene endoskopik sistem ile yapılır.
Geniz eti
Burun gerisinde, östaki (kulak ile burun arasındaki kanal) tüplerinin yanında nazofarenks (geniz)dediğimiz bölgede küme halinde bulunan lenf dokusudur. BELİRTİLER
Ağızda kuruluk, kötü koku Horlama Burun gerisine akıntı Uyku bozuklukları Uykuda nefes durmaları Sık uyanmalar Beslenme bozuklukları Gelişme geriliği Konsantrasyon bozukluğu NE YAPILIR ?
Tetkiklerde rutin kulakburunboğaz muayenesi, endoskopik muayene, gerekire radyografi ve akıntıdan kültür almak, allerji tetkikleri uygulanır. Nedene göre, uygun medikal veya cerrahi tedavi yapılır. | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:36 pm | |
| çocukta horlama
Bugüne kadar yapılan bazı araştırmalarda; uykuda aşırı hareket, gün boyunca fiziksel durgunluk, konsantrasyon bozukluğu, hafıza durgunluğu nedenlerinin, uykuda düzensizlik ve üst solunum yollarının kısmi tıkanıklığına bağlı olduğu bulunmuştur.
Ancak burada bizi asıl ilgilendiren ve genel anlamda vücuda zararlı olan; apnedir. Apne, Yunanca bir kelime olup, tam karşılığı; nefes alma isteğidir. Uyku apne sendromu, 7 saatlik uyku süresinde 30 veya daha fazla apne sayısının olmasıdır. Bu da saatte ortalama 5 apne indeksi demektir.
Sonuç olarak horlayan bir çocuk, saatte en az 5 kere apne geçirirse, bu çocukta uyku apne sendromu var denilebilir. Bu sendromun da saatte 5-20 apne; hafif dereceli, saatte 20-40 apne; orta dereceli, saatte 40’dan fazla; ciddi apne anlamında olmak üzere dereceleri vardır.
Bizi ilgilendiren ve en sık görülen apne tipi tıkayıcı apnedir. Bu da iki şekilde kendini gösterir. Biri üst solunum yolu direnç sendromu ki burada hastalar belirgin kısmi üst solunum yolu tıkanıklığı gösterirler. Ancak, burada tamamen tıkanıklık sözkonusu değildir. Oksijen doygunluğu normal seviyededir (% 95) ve kişi tıkanıklığı yenmek için solunum çabası içindedir. Göğüste karında birbirine uyumsuz hareketler oluşur ve uykuda minik sıçramalar görülür. Bu kişiler, uzamış solunum çabasından dolayı kalp ve damar sıkıntılarına girerler, gündüz devamlı uyuma ve halsizlik semptomları gösterirler.
Diğeri ise, daha ileri evrede görülen, gece solunum ve oksijen azalmasıdır. Hastalarda uyku sırasındaki apnede akciğerlere hava geçmez ve kişinin o anda solunumda belirgin azalma oluşur ve kanda oksijen doygunluğu önemli ölçüde düşer. İlaveten vücuttaki damar büzücü sistem harekete geçer ve çevre damarlarda daralma ve gecici akciğer ve kalp hipertansiyonu oluşur. Uykuda ani çocuk ölümleri arasında, uyku apnesinin bu tipi bulunmaktadır.
Apne esnasında oluşan bu iki olayın ardından, üst solunumun yollardaki tıkanıklığı yenmek için yüksek göğüs içi negatif basınç oluşur. Uykudan uyanma sayesinde, apne dönemlerinin sonlaması sağlanır. Bu uyanma sonunda oksijen azalması durur ve normal solunuma geçilir. Hasta genellikle bu uyanmaların farkında değildir. Ancak, bozulmuş uyku düzenine bağlı olarak, gündüz uykusuzluk ve ara ara sızmalar şeklinde kendini gösterir.
Normalde kişi uyanık iken, solunum istemli sinir sisteminin kontrolü altındadır. Ancak, uyurken istem dışı sistemin kontrolü altına geçer. Uykuda kişiler her 1 saatte, 1 ila 4 adet arasında değişen hızlı göz hareketi ve hızlı göz hareketi olmayan dönemlerine geçerler. Hızlı göz hareketi olmayan dönemde uyku daha derindir ve solunum daha düzenlidir. Hızlı göz hareketi döneminde ise, uyku daha yüzeyseldir ve üst solunum yollarının adele gerginliklerinde azalma ve bazı bölgelerde daralma oluşur. Buna bağlı olarak da, solunum iyice düzensiz olur ve oksijen doygunluğunda düşme, karbondioksitte de artma oluşur. Apne de işte bu dönemde oluşur.
Tedavide KBB muayenesi önemlidir.
Bütün bu belirtilerin görülmesi halinde, Endoskopik sistem ile tam bir kulak burun boğaz muayenesi yapılır. Gerekli görülmesi halinde, radyografiler çekilir ve 7 saatteki apne sayısını ölçen uyku laboratuarına gönderilir.
Geniz eti ve bademciklerde üst solunum yollarında darlığa neden olacak aşırı büyüme mevcut ise bu dokuların alınması veya boyunda, burun ve genizde yer kaplayıcı dokuların çıkartılması gerekli olduğu hallerde çocuk tekniğine uygun olarak septum deviasyon cerrahisi, dil kökü bademciklerinin lazer ile çıkartılması, şişman çocuklarda açlık, kan şekeri gibi sistemik incelemelerin yapılması ve diet tedavisi, tedaviler arasındadır.
Büyüklerde uyguladığımız horlama ameliyatlarını ise, çocuklarda önermiyoruz. Çocuklarda öncelikle, gelişimin tamamlanmasını ve çene yapısının tam gelişmesini beklemek gerekmektedir.
Horlama:
Üst solunum yollarının kısmi tıkanıklığına bağlı olarak, buradaki dokuların titreşmesi ile ortaya çıkan sestir.
Tıp dilinde apne:
Solunan havanın burunda ve ağızda 10 saniye durmasıdır. Apne indeksi, 1 saatlik uyku sürecindeki apne sayısıdır. Ve apnenin fiziksel nedenleri, burundan ses tellerine kadar oluşan bölgelerin patalojilerine bağlıdır.
APNE’NİN FİZİKSEL NEDENLERİ
Burun içi nedenler:
Burun deliklerini burun içinden ayıran oluşumun eğriliği Nezle Alerji Yabancı cisim Burun içi ve gerisinde doğumsal olarak görülen kitle ve kistler Geniz ve boğazlardaki nedenler:
Geniz eti büyümesi Büyük bademcikler Büyük dil Dil arkası lenf dokusunun büyümesi Çenenin iskelet yapısında gelişme geriliği Genizde kitle Aşırı şişmanlık Ses telleri ve gırtlak bölgesinde:
İnfeksiyon Ödem Kitle HORLAMA VE APNE’NİN BELİRTİ VE SONUÇLARI:
Tıkayıcı uyku apnesi sırasında klinik olarak çarpıcı bulgular gözlenir. Uykuda sıçramalar, uyanmalar ve bozulmuş uyku düzeni oluşur. Çocuk terleyerek, bazen boğularak, çırpınmalar ile birlikte uyanır. Gündüz ise okul performansı düşer, gündüz uyuklamaları ve konsantrasyon bozukluğu oluşur. Uykuda büyüme hormonu salgılandığından, uyku bozukluklarında bu hormonun salgısı azalır ve gelişme geriliği görülebilir. | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:37 pm | |
| çocukta horlama
Bugüne kadar yapılan bazı araştırmalarda; uykuda aşırı hareket, gün boyunca fiziksel durgunluk, konsantrasyon bozukluğu, hafıza durgunluğu nedenlerinin, uykuda düzensizlik ve üst solunum yollarının kısmi tıkanıklığına bağlı olduğu bulunmuştur.
Ancak burada bizi asıl ilgilendiren ve genel anlamda vücuda zararlı olan; apnedir. Apne, Yunanca bir kelime olup, tam karşılığı; nefes alma isteğidir. Uyku apne sendromu, 7 saatlik uyku süresinde 30 veya daha fazla apne sayısının olmasıdır. Bu da saatte ortalama 5 apne indeksi demektir.
Sonuç olarak horlayan bir çocuk, saatte en az 5 kere apne geçirirse, bu çocukta uyku apne sendromu var denilebilir. Bu sendromun da saatte 5-20 apne; hafif dereceli, saatte 20-40 apne; orta dereceli, saatte 40’dan fazla; ciddi apne anlamında olmak üzere dereceleri vardır.
Bizi ilgilendiren ve en sık görülen apne tipi tıkayıcı apnedir. Bu da iki şekilde kendini gösterir. Biri üst solunum yolu direnç sendromu ki burada hastalar belirgin kısmi üst solunum yolu tıkanıklığı gösterirler. Ancak, burada tamamen tıkanıklık sözkonusu değildir. Oksijen doygunluğu normal seviyededir (% 95) ve kişi tıkanıklığı yenmek için solunum çabası içindedir. Göğüste karında birbirine uyumsuz hareketler oluşur ve uykuda minik sıçramalar görülür. Bu kişiler, uzamış solunum çabasından dolayı kalp ve damar sıkıntılarına girerler, gündüz devamlı uyuma ve halsizlik semptomları gösterirler.
Diğeri ise, daha ileri evrede görülen, gece solunum ve oksijen azalmasıdır. Hastalarda uyku sırasındaki apnede akciğerlere hava geçmez ve kişinin o anda solunumda belirgin azalma oluşur ve kanda oksijen doygunluğu önemli ölçüde düşer. İlaveten vücuttaki damar büzücü sistem harekete geçer ve çevre damarlarda daralma ve gecici akciğer ve kalp hipertansiyonu oluşur. Uykuda ani çocuk ölümleri arasında, uyku apnesinin bu tipi bulunmaktadır.
Apne esnasında oluşan bu iki olayın ardından, üst solunumun yollardaki tıkanıklığı yenmek için yüksek göğüs içi negatif basınç oluşur. Uykudan uyanma sayesinde, apne dönemlerinin sonlaması sağlanır. Bu uyanma sonunda oksijen azalması durur ve normal solunuma geçilir. Hasta genellikle bu uyanmaların farkında değildir. Ancak, bozulmuş uyku düzenine bağlı olarak, gündüz uykusuzluk ve ara ara sızmalar şeklinde kendini gösterir.
Normalde kişi uyanık iken, solunum istemli sinir sisteminin kontrolü altındadır. Ancak, uyurken istem dışı sistemin kontrolü altına geçer. Uykuda kişiler her 1 saatte, 1 ila 4 adet arasında değişen hızlı göz hareketi ve hızlı göz hareketi olmayan dönemlerine geçerler. Hızlı göz hareketi olmayan dönemde uyku daha derindir ve solunum daha düzenlidir. Hızlı göz hareketi döneminde ise, uyku daha yüzeyseldir ve üst solunum yollarının adele gerginliklerinde azalma ve bazı bölgelerde daralma oluşur. Buna bağlı olarak da, solunum iyice düzensiz olur ve oksijen doygunluğunda düşme, karbondioksitte de artma oluşur. Apne de işte bu dönemde oluşur.
Tedavide KBB muayenesi önemlidir.
Bütün bu belirtilerin görülmesi halinde, Endoskopik sistem ile tam bir kulak burun boğaz muayenesi yapılır. Gerekli görülmesi halinde, radyografiler çekilir ve 7 saatteki apne sayısını ölçen uyku laboratuarına gönderilir.
Geniz eti ve bademciklerde üst solunum yollarında darlığa neden olacak aşırı büyüme mevcut ise bu dokuların alınması veya boyunda, burun ve genizde yer kaplayıcı dokuların çıkartılması gerekli olduğu hallerde çocuk tekniğine uygun olarak septum deviasyon cerrahisi, dil kökü bademciklerinin lazer ile çıkartılması, şişman çocuklarda açlık, kan şekeri gibi sistemik incelemelerin yapılması ve diet tedavisi, tedaviler arasındadır.
Büyüklerde uyguladığımız horlama ameliyatlarını ise, çocuklarda önermiyoruz. Çocuklarda öncelikle, gelişimin tamamlanmasını ve çene yapısının tam gelişmesini beklemek gerekmektedir.
Horlama:
Üst solunum yollarının kısmi tıkanıklığına bağlı olarak, buradaki dokuların titreşmesi ile ortaya çıkan sestir.
Tıp dilinde apne:
Solunan havanın burunda ve ağızda 10 saniye durmasıdır. Apne indeksi, 1 saatlik uyku sürecindeki apne sayısıdır. Ve apnenin fiziksel nedenleri, burundan ses tellerine kadar oluşan bölgelerin patalojilerine bağlıdır.
APNE’NİN FİZİKSEL NEDENLERİ
Burun içi nedenler:
Burun deliklerini burun içinden ayıran oluşumun eğriliği Nezle Alerji Yabancı cisim Burun içi ve gerisinde doğumsal olarak görülen kitle ve kistler Geniz ve boğazlardaki nedenler:
Geniz eti büyümesi Büyük bademcikler Büyük dil Dil arkası lenf dokusunun büyümesi Çenenin iskelet yapısında gelişme geriliği Genizde kitle Aşırı şişmanlık Ses telleri ve gırtlak bölgesinde:
İnfeksiyon Ödem Kitle HORLAMA VE APNE’NİN BELİRTİ VE SONUÇLARI:
Tıkayıcı uyku apnesi sırasında klinik olarak çarpıcı bulgular gözlenir. Uykuda sıçramalar, uyanmalar ve bozulmuş uyku düzeni oluşur. Çocuk terleyerek, bazen boğularak, çırpınmalar ile birlikte uyanır. Gündüz ise okul performansı düşer, gündüz uyuklamaları ve konsantrasyon bozukluğu oluşur. Uykuda büyüme hormonu salgılandığından, uyku bozukluklarında bu hormonun salgısı azalır ve gelişme geriliği görülebilir. | |
| | | Kußr@ Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 565 Yaş : 28 Takımım : : Uyarılar : Reputation : 1 Points : 12 Kayıt tarihi : 20/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları C.tesi Ağus. 23, 2008 2:37 pm | |
| çocuk ishali bebekte ishal
İshal Nedir ? İshal kısaca sulu dışkı yapmak demektir. İshal genellikle aniden başlar ve dışkı sayısında artma ( günde 3 kezden fazla ) ile kendini gösterir. Çocukluk çağında en sık 0-5 yaş döneminde ishal görülür.
Çünkü Kusma ve ishal Akut Gastroenterit adı verilen aynı hastalığın bulgularıdır. İshali olan çocukların hemen hepsinde kusmada olur ve bazen Akut Gastroenterit’in tek bulgusu olabilir.
Çocukluk çağında ishal yaz aylarında daha sık görülür ve genellikle mide ve barsakları etkileyen enfeksiyöz ajanlar (mikroplar) ile meydana gelir. İshal vakalarının çoğundan virus adını verdiğimiz mikroplar sorumludur. Viruslara bağlı ishal ani başlar, ishalle birlikte kramp şeklinde karın ağrısı, iştahsızlık kusma ve hafif ateş görülür. Bu tür ishaller 3-6 gün içinde kendiliğinden düzelirler ve ishal süresince çocuklar kendilerini kötü hissederler.
Genel olarak şiddetli ishali olan, kanlı ishal yapan ve yüksek ateşi olan çocukların ishalleri daha önemlidir. Bu gibi ishaller E. Coli, Salmonella, Şigella gibi antibiotik tedavisi gerektiren ishallerdir ve bu durumda hasta en kısa zamanda bir çocuk hekimi tarafından görülmesi gereklidir. 6 aydan küçük çocuklarda görülen her türlü ishal önemlidir ve bu çocuk en kısa sürede hekim tarafından görülmelidir.
İshalli çocuklar dışkı yoluyla su ve elektrolit kaybederler. Eğer ağızdan verilen sıvılarla çocuğun kayıpları karşılanamazsa ‘kırık testi’ misali çocuğun vucudundaki sıvı boşalır. Bu duruma dehidratasyon adı verilir. İshaldeki en büyük tehlike sıvı kaybıdır. İshal olan çocuğun gözleri ve bıngıldağı çöker, dudakları ve ağzı kurur, daha seyrek ve koyu idrar yapmaya başlar, ağlarken gözyaşı akmaz ve uykuya eğilimi olmaya başlarsa önemli derecede sıvı açığı var demektir. Bu durumdaki çocukların acilen hekime götürülmesi gerekir. Bunların dışında dışkısında kan olan, sık kusan, karın ağrısı ve yüksek ateşi olan çocukların da kısa sürede hekime götürülmeleri gerekir.
Tedavi İshal tedavisinde üç önemli ilke vardır: Birincisi , ishalle kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin mümkünse ağız yoluyla geri konması, ikincisi, beslenmenin sürdürülmesi, üçüncüsü ise zamanında hekime götürülmesidir. Çocuklarda görülen ishal vakalarının büyük çoğunluğu hafif – orta derecede ishal vakalarıdır ve bu çocuklar evde tedavi edilebilir. Hafif ishal vakalarında ishale rağmen çocuk iyi görünür, inatçı kusma ve ateş yoktur. Bu durumda daha sık normal su verilmesi, anne sütü veya mamaya devam edilmesi ve çocuğun susuzluk bulguları bakımından izlenmesi yeterlidir. Orta derecedeki ishal vakalarında çocuklar huzursuzdur ve çok susarlar. Bu durumdaki 6 aylıktan büyükse evde ishal paketleri kullanılarak tedavi edilebilirler. Daha önce bahsedilen susuzluk belirtileri olan çocukların ise doktora götürülmesi gerekir.
Çocukluk çağında görülen ishal vakalarının büyük çoğunluğu viruslara bağlıdır ve 3-6 gün içinde kendiliğinden düzelir. Antibiyotikler virusları öldürmediğinden ishal vakalarının çoğunda antibiotik kullanmaya ihtiyaç yotur. İçinde kan ve mukus olan, yüksek ateş ve şiddetli karın ağrısı ile giden ishal vakalarında antibiyotik gerekebilir. Doktora danışmadan antibiyotik kullanılmamalıdır.
Genel olarak ishalli çocuklara herhangi bir ishal kesici ilacın verilmesine gerek yoktur. Bu ilaçların ishalin kesilmesine katkısı olmadığı gibi, bazen ciddi zararlara yol açmaktadır. Benzer gerekçelerle kusma önleyici ilaçlar da kullanılmamalıdır.
Evde Sıvı Tedavisi Son 20 yılda ishal tedavisindeki en önemli ilerleme şeker ve tuz içeren sıvılar ile evde ishal tedavisinin mümkün olmasıdır. Bunun için eczanelerden ve sağlık ocaklarından “ishal için şeker – tuz paketi “ alınmalıdır. Bu paketlerden bir tanesi 1 litre temiz suya eklenmeli ve karıştırılmalıdır. Bu şekilde ishalle kaybedilen sıvıları yerine koymak için uygun bir sıvı elde edilmiş olur. Genel olarak sıvı kaybı olmayan ishalli çocuklara her dışkı başına 10 ml /kg bu sıvıdan verilebilir. Hafif derecede sıvı kaybı varsa 50 ml / kg sıvı 4 saatte verilir. Gözlerde çöküklük, ağız kuruluğu olan orta derecede sıvı kaybı olan çocukların tedavi planının bir sağlık merkezinde yapılması daha uygundur.
Evde ishal tedasi için sıvı hazırlanırken hazır paketlerin kullanılmasına dikkat edilmelidir. Bu şekilde hazırlanan sıvıları çocukların bazısı sevmeyebilir. Bununla birlikte sıvı kaybı olan çocukların tatsız olmasına rağmen ishal sıvılarını içtiği gözlenmiştir. Sık kusan çocuklara her 1-2 dakikada 1 çay kaşığı (5 ml. ) olacak şekilde sıvı verilebilir. Genellikle sıvı ve elektrolit ihtiyacı karşılanan çocukların kusması bir süre sonra düzelir.
Diyet Daha önce belirtildiği gibi ishal tedavisinde en önemli ilke beslenmenin sürdürülmesidir. İdeali çocuk ishal olmadan önceki beslenme düzeninin sürdürülmesidir. Bu nedenle anne sütü alanlar anne sütüne, inek sütü veya mama alanların bu besinler verilmeye devam edilmelidir. Bununla birlikte ishal sırasında verilebilecek en uygun besinler pirinç, patetes, ekmek, yağsız et, yoğurt, sebze ve meyveardır. Yağlı besinler, çay, meyve suyu, kola gibi çok şeker içeren içeceklerden sakınılmalıdır. Eski inanışın tersine ishal sırasında çocukları aç bırakmak yanlış ve zararlı bir uygulama olduğu unutulmamalıdır. | |
| | | §ıLa_!hiLarY! Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 596 Uyarılar : Reputation : 0 Points : -9 Kayıt tarihi : 28/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları Cuma Ağus. 29, 2008 6:09 pm | |
| bndende birkaç tane yollıcam sonra konu açcam | |
| | | §ıLa_!hiLarY! Süper Moderator
Mesaj Sayısı : 596 Uyarılar : Reputation : 0 Points : -9 Kayıt tarihi : 28/08/08
| Konu: Geri: Çocuk Hastalıkları Cuma Ağus. 29, 2008 6:10 pm | |
| Çocuklarda burun kanaması Sağlıklı bir çocukta burun kanaması doktoru çok rahatsız etmez. Genelde doktora başvuru sebebi nezle, sinüzit, burun iltihabı gibi sorunlar sonrası ortaya çıkan burun kanamasıdır. Buradaki problem iltihabı olaylar sonucu burun mukozasının tahriş olması ve kanamasıdır. Bazen kanama sümükle birlikte olup, bazen taze kan şeklindedir. Kış aylarında ev ortamlarındaki kuru ve sıcak hava bazen burun kanamasının sebebi olabilmektedir. Burun içerisinde kuruma ve kabuklanma sonucu çocuk gece farkında olmadan burnunu kurcalayabilir. Burun yabancı cisimlerinin çıkartılmaya çalışılması veya bunların yaptığı yabancı cisim reaksiyonu kanamaya sebep olabilir. Tahriş edici olan tozlar hava kirliliği, burunda kanlanmayı ve sonuçta burunda kabuklanmayı artırır.
Çocuk öksürüğü aileleri en çok rahatsız eden hastalık belirtilerinden biridir. Çocuğu yorar, aileyi üzer ve uykuları böler.Ancak çocukta öksürüğe sebep olan birçok hastalık çok ciddi değil, sadece can sıkıcıdır.Öksürük sadece ciğerleri bakteriler, virüsler ve birtakım yabancı cisimlerin zararlı etkilerinden koruyan bir savunma mekanizmasıdır.
Kardiyoloji Patent duktus arteriozus Fallot tetralojisi Siyanotik konjenital kalp hastalıkları Büyük arterlerin transpozisyonu Duktusa bağımlı konjenital kalp hastalıkları Kalp yetmezliği Kardiyomiyopatiler Pulmoner hipertansiyon kalpte delik ( Atrial septal defekt Ventriküler septal defekt ) Akut romatizmal ateş İnfektif endokardit kawasaki hastalığı pulmoner darlık aort darlığı ve daha birçok hastalık hakkında bilgi alabilirsiniz | |
| | | | Çocuk Hastalıkları | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|